19 Aralık 2013 Perşembe

14-pamuk şeker'in gazabı


Sabah gömleğimin düğmelerini en alttan iliklemeye başladığımda günün garipliğini anlamıştım. Ara sıra insanın soğuk havaya ve acımış çaya da ihtiyacı oluyor. Markette ayakkabılarım gıcırdayarak yürüyorum. Steril beyaz mermer tavandaki ışığı yansıtıyor. Renkler ve temizlik, reyonların arasında bedenimi gezdiriyor. Paketlenmiş ay çekirdeği içleri, paketlenmiş salatalık, paketlenmiş brokoli, paketlenmiş buzdolabı magnetleri ve plastik bardağın içerisindeki sıkıştırılmış pamuk şekeri görünce attığım iğrenç kahkaha. Kasiyer kızın gözleri kocaman, şaşkınlıkla bana bakıyor. Elimdeki sepeti önüne koyuyorum ve hiçbir şey almadan çıkıyorum.

Aklımdan bir nehir kenarında oturup sırtımı bir ağaca yasladıktan sonra suyun gidişini izlemek geçiyor. Belki farklı yönlere zıplayan iki balık görürüm. Belki de nehir birden durur. Aklıma Güney Hindistan da keşişlerle geniş bir ovada yürüme fikri geliyor. Belki avuçlarımın içini birleştirir vadinin ortasına otururum, bir rüzgar eser ve ben bunu düşüncelerimle yaptım zannederim. Belki de güneş batar bir turuncu ufukta. Ama ben bir Bar kapısından içeri giriyorum. Karanlığın içinde rengarenk ışıklar insanların üzerindeyken, ben dev sigara dumanının içinden geçiyor ve yağlı siyah boyayla boyanmış duvarlara sürtünerek barmene kadar gidiyorum. Uzun bar taburesine oturuyorum. Etrafımda yüzleriyle ve üzerindeki kumaşlarla gurur duyan insanlar görüyorum. Dans ediyorlar renklerin ve dumanın içinde. Parmak uçları kadehlere izlerini bırakıyor. Uzun gölgeler. Dev kahkahalar. Sabah bende bir tanesini bırakmıştım havaya. Ama şimdi farklı. Şimdi gurur var. Bendeki tiksintiydi. Karşımda ağızlarıyla pipetlerini arayanlar, sizinle ilgilenmiyorum. Çünkü ben bu partiye cesetlerimle geldim.

Dikkatini çekmemeliyim. Avuçlarıma kadar alkollüyüm. Senin tarafına bakmıyorum, senin tarafın aynı anda benim tarafım değil. Çünkü dumandan gözlerim yanıyor. Odak noktalarım kayboldu. Bir bira daha söylüyorum. Çünkü yapacak daha iyi bir şey yok. Çünkü sigara gırtlağımı çöle çevirdi. Kollarıyla beni itekliyor bir adam, ki ben nedenini hatırlayamıyorum. Elimdeki şişe sol kaşının üzerinde paramparça oluyor. Apar topar koluma giren kişiler tarafından apar topar dışarı çıkarılıyorum.Burnumdan üst dudağıma inen kanı elimin tersi ile yanağıma bulaştırıyorum. Ama durmuyor. Karşı kaldırıma oturuyorum. Avuç içimde kirli kan. Bir el ve bir peçete uzanıyor önüme. Umarım sigaran da vardır diye söyleniyorum. Elimdeki kan sigaranın beyazına bulaşıyor. Üzerime göz gezdiriyorum. Gömleğimin iki düğmesi kopmuş. Gülüyorum. Sırtımı ağaca yaslar gibi duvara yaslıyorum. Çünkü yapacak daha iyi bir şey yok. 


rohan s. kaya

17 Aralık 2013 Salı

Kanatlardan Daha Önemli

- Şu anda mutsuz olman için bir neden söylesene ? dedi kadın
- Çocuklar açlıktan ölüyor ?
- Tamam ama kastettiğim daha kişisel bir şeyler ...
- Bundan daha kişisel bir şey olabilir mi? 
- Tok olmak suç mu bu durumda? 
- Açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun  gözünden bakarsan evet. 
- Sen açlıktan ölen bir çocuğun gözünden bakabilir misin peki? 

Daha fazla konuşmadı adam. Sorularla dolu hayatında daha fazla soru cevaplamak istemiyordu. Cevapladığı hiç bir soru hiç bir soruna çözüm de olamamıştı zira. Kırmızı renkli sonuna kadar doldurulmuş ünlü bir markanın adıyla anılan kovaya yaklaştı. Yaktı sonra . Bütün sessizliğin içinde sadece o an kulak kabarttı bir şeyler duymak için . Ateşin kurumuş , karıştırılmış parçalanmış yapraklar arasından geçerken ki sesini. Yukarıya doğru çıktıkça şişe  ,yine ünlü bir markanın, içine dolan havanın sesini. Gittikçe sararan havanın sesini.  Görülebilir havanın sesini. Kanepede oturan kadın , yerde duran bir şekilde işini sanat gibi icra eden adamı bir an göremedi . Sonra gördü. Ağzından beyaz bulutlar çıkaran efsanevi kurtarıcısını .Hüzün meleği. 
Mutsuz olmak için yaratılmış adamı. Bir an gözünde canlandırınca,  sırtında kanatlarıyla adamı , kendini gülmekten alamadı.  

- Kimse  dedi adam. 
- Bu durumda hiçbirimiz suçlu sayılmayız ? Yani hepimiz masumuz .  (bir nefes aldı slim sigarasından )
- Hayır suçluyuz elbette ama bu cezalandırılmamız gerektiği anlamına gelmez. 
- En çok kimlere gülüyorum biliyor musun? Hani şu tipler varya tıka basa yemek yerler sonra kalan ekmeklerini güvercinlere verenler. Aynı adam arabasına ve ya ne bileyim üstüne ekmek verdiği aynı güvercin sıçsa küfrü basar. Okkalı hemde. Yine aynı adam gider üstüne kuş sıçtı diye şans oyunu oynar.
- Kuş gibi olmak lazım bazen .
- AHH uçabilmek ne güzel olurdu. (bir nefes daha ) 
- Mesele sadece kanatlar değil. Yada uçabilmek . Kanatlardan daha önemli bahsettiğim. Yani davranış şekilleri. Yemeği kimin verdiğine bakmaksızın sıçabilmek her yere. Kuşlar uçabildikleri için değil sıçabildikleri için özgürler aslında. 

Kadın burada gerçekten sağlam bir gümbürtüyle gülmeye başladı. Onu seyreden adamsa o ana kadar onunla geçireceği geceyi ve pozisyonları düşünürken,sıralarken bir anda tüm çekiciliğini kaybetmiş kadına baktı. Sonrası için gözlerini kapattı. Her zaman yaptığı gibi. Pişman olacağını bildiği her hareketinden önce yaptığı gibi pişman olana kadar gözlerini kapattı. Sonunda sakinleşen kadın: 

- Ama uçmak da önemli ? Özgürlük için olmasa da, o çocuklara gidip ekmek götürebilirdik şuan . 
- Hala götürebilirsin ki seni tutan ne ? 
- İş hatta aynı zamanda okul ? 
- Kanatların olmasa işin ya da okulun olmayacak mıydı peki? 
- Daha yaratıcı işlerde çalışabilirdim tabi ki . (bir nefes daha sonra hafifçe ruj olmuş izmariti aynı hafiflikte hareket ederek yarısına kadar dolmuş küllüğe bastırma.) Ama ne demek istediğin anladım.

Sonra ikisi de sustu bir süre. Güneşin doğduğunu haber veriyordu birisi yakınlarda yüksek bir yerden. Adam gözlerini araladı hafifçe bütün geceyi ısıtan kadın yoktu ortalıkta . Hafifçe doğruldu. Vücudu hemen serinliğe karşı tepki göstermişti. Esintinin geldiği yöne doğru baktı balkonun kapısı açıktı ve kadın kuşlara ekmek atıyordu. Karşıdaki otoparka doğru.

A.U

3 Aralık 2013 Salı

13- virgüller,, ve M. Puder

   



      Koyduğun noktalara gün gelir üzülürsen, o noktalar kıvrılarak göğüs boşluğunda kimsenin göremediği acı bir virgüle dönüşür. Ve tabi ki bilememenin kıtlığı. Çünkü yapacak daha iyi bir şeyler yok bir sigara daha yakmaktan başka. Trafik kazalarında kazakları kana bulanmış insanlar var. Darbenin nereden geleceğini bilemeden yola fırlayan köpeklerin yanında uzanıyorlar. ''Belki yarına başka biri olarak çıkarım'' diye girişimlerini ve tüketimlerini düşün. Ama darbe yok. Asfaltta yatan köpek. Ben değilim. Asfaltta yatan kedi paramparça. Ben değilim.


r.serhatkaya

15 Kasım 2013 Cuma

Gitmek

Gitmek ne kadar gerçekçi bir eylem olabilir ki ? Ya da ne kadar gerekli . Bazen hiçbir yere gitmemiş olsanda sen çoktan gitmişsindir. Bazen tam tersi çok uzaklardasındır da aslında hala aynı yerdesindir. İşte çevrende mutsuz gördüğün insanlar bu bazenlerin içinde sıkışanlar. İşin en ilgincini ben onda gördüm . Uzun boyundan dolayı dikkat çekerdi ama öyle bir yakışıklı hali yoktu .Saçları normal göz rengi normal giyimi normal her şeyi ile hafızanızda yer etmeyecek biriydi bir sokakta gördüğünüzde, belki boyu. Onda az önce anlattığım durumun her ikisi aynı anda vardı. Mutsuzluğun karesiydi hayatı. Ama öyle büyük olaylar trajik felaketler yaşamamıştı. Herkesin başına gelen aldatılmalar terkedilmeler yanlış kararlar ve pişmanlıklarla doluydu hayatı ama bunları tamamen unutturacak güzel şeylerde yaşamıştı. İsmini hatırlamıyorum . Ali diyelim gitsin şimdilik. Aliyle çok az kişinin takıldığı bir lokal de tanışmıştık . Bir pazartesi akşamıydı. oturduğumuz yerin sonradan yıkılan duvarıyla artık sigara içilen bir yeri vardı ikimizde ordaydık. Ben dükkanı yeni kapatmıştım. Her gün işten sonra gidecek bir karım çocuklarım olmadığından bir iki tek atıp öyle geçerdim eve . Ama işimi seviyordum . Her neyse lokalde otururken Ali girmişti içeri aceleyle çıkmış bir hali vardı . Bir yerlerden işten evden belki . Yeni uyanmış gibi bir hali vardı. Saçları yapılacak kadar uzun bile değildi ama yinede kafasının en tepesinde bir tutam hayata karşı dimdik duruyordu. Soğuk bir akşamdı .Deri  ceketinin içinde ince bir t-shirt altında sıradan bir kot vardı . Tek başına en köşeye oturdu. Bir bira istedi . 2 dk sonra birası geldi bardağı kullanmayacağını belirtti . Bardak geri gitti. şişeden ilk yudumu alır almaz yandı sigarasıda. Kalite bir sigara içiyordu. Demek ki durumu kötü değildi. Hiç bir yere bakmıyor hiçbir şey düşünmüyor gibiydi. Sadece bir şeyler bekliyor gibiydi sürekli telefonuna bakıyor ama hiçbir şey yapmıyordu. Saate bakıyor desem tam karşısında kocaman bir saat vardı zaten.. Belki birini bekliyordur diye düşündüm uzun süre .Sonra telefona bakması da kesildi.
...
Ateşini kullanmak için yanına gittiğimde mahsuru yoksa oturabilir miyim ? dedim .Tabi dedi. İşte Aliyle böyle tanıştık. Konuştuk , içtik hem sigara hem bira. Kimse gelmedi mekana sadece ikimizdik. Biradan sıkıldım dedi . Rakı söyledik . Meze istemedik ikimizde. Rakının etkisiyle biraz dertleştik. Alinin hikayesi çok enteresan gelmişti. Bir kadın sevmişti, bir gün hayatına küsüp isyan ettiği bir gün kadını terk etmişti. Arada bunu yapıyor sonra koşa koşa geri dönüyormuş. Ancak bu sefer kadın onu beklememişti. Aynı ortamdan rakı içtiği sevdiği bir arkadaşıyla yatmıştı o gece. Sonraları ali sormuştu neden ? diye. Kadın " sana bir daha geri dönememek için" demişti. Kadın gitmişti ondan sonra Ali de. Sonra rüzgar gibi savrulmuş alkole bağlanmıştı iyice . Hiç bir mekanda iki kezden fazla içmiyor kimseyle yakınlık kurmak istemiyordu. Öyle zamana da bırakmamıştı hiçbir şeyi. Zamanın bu önemde bir şeyin ilacı veya çaresi olamayacağını biliyordu. O sadece yapacak daha iyi bir şeyi olmadığı için bu haldeydi. Yaprağın bile düşmesinin bir anlamı olan evrende kendi varlığına ve şuan ki haline bir sebep bulamıyordu. Daha sonra bir kadını daha tanımıştı. Kadın onun alışık olmadığı bir şekilde iyi davranıyordu ona . Alışık olmadığı şekilde seviyordu onu . Beklemediği bir şekilde anlayışla karşılıyordu.Her şey güzel giderken yine hayatındaki mutsuzluğu ve amaçsızlığı kadının suçu olarak görmüştü terk etmişti onuda . İşte o gün orada yani tanıştığımız içtiğimiz gün o kadını bekliyordu. Belki gelir diye gelmesi için bir haber yollamamıştı. Telefona sürekli o arayacak mı diye bakıyordu. Tek bildiği kadının onun orada lokal de olduğunu bildiği idi. Beraber beklemeye başladık . Kadın gelmemişti. O saatten sonra bir pazartesi gecesi masamıza gelen tek şey hesap olmuştu. Hesabı ödedik kalktık. Hiç konuşmadan bir çorba içtik. Bir daha içtiğimiz ve o kadını beklediğimiz çoktan kapanmış olan yerin önünden geçtik sonra sigara almak için geri döndük ve iki kere daha geçmiş olduk önünden. Sesini hatırlıyorum en son selam verirken ."Hoşçakal umut" demişti. Sesinde bir hüzün yoktu . Sesinde çaresizlikte yoktu. Sesinde bir şey vardı ama . Sesinde ölüm vardı sanki. Tam olarak anlatamıyorum ama beklendik bir son vardı sesinde. G. Alinin ve ya herhangi birinin bir pazartesi akşamı hikayesiydi bu. Bir kadından hiç gidememiş, bir kadına hiç gidememiş . Ya ali gitmek istememiş ya da
Gitmek istediğinde ise kadın çoktan gitmiş...

9 Kasım 2013 Cumartesi

Deri Ceketli Kadını Son görüşümde

Deri Ceketli Kadını Son görüşümde

Prag’ta manzaraya karşı bir kahve fincanı
İtalya’nın herhangi bir şehrindeki sokak çalgıcısının
Gitarının teli…
Hiç olmadı, Barselona da bir kaldırım taşı
Olmalıydım  o gece.
Bunlardan biri olma ihtimalinde de acıtır mıydı bu kadar

O kadının gözyaşları

A.U. 

3 Kasım 2013 Pazar

12-masadaki herkesi öldürdüm mü?


          Masadaki herkesi öldürdüm mü?  Halıya damlayan kırmızı şarap mı? Yoksa pıhtı olmaya yüz tutmuş kan mı. Kurduğu cümleler korkunç. Tebrik edişi korkunç. Her yer sohbete uzanan masalar ile dolu. İstemediği yerde olan dirsekler ve eller birbirlerine bir şeyler anlatıyor.  Farklı dünyaları, farklı düşünceleri olan, farklı heyecanları, farklı hayalleri olan bu insanlar bu masalarda ne yapıyorlar. 
Neye maruz kalmıştım. Neden berbat alışkanlıklar edinmiştim. Neden kötü davranışlarım vardı. Neden insanlar çektiği acıların büyüklüğüyle uğraşıyorken, ben kendi acımı utanç verici buluyordum. Tüm bunlar o acıdan mıydı? Hangi acı? Ayrı ayrı ele alabiliyor muydum? Çünkü her şey birbirine girmiş durumda. Çünkü davranışlar berbattı. Cümleler berbattı. Duygular berbattı. Her şey kısmi bir aceleciliğin ayakları altındaydı. Hiçbir şey birbirini açıklamıyordu. Ama hep bir başlangıç vardır değil mi. Doğumum mu? Yoksa aniden bir durumda mı koptu tüm halatlar?

Bilmiyorum.
Halıyı siliyorum sadece.

Elimdeki beyaz bez, utanarak kırmızılaşıyor.  

rohan s.kaya

18 Ekim 2013 Cuma

Bir kentin çirkin itirafları -2 ve 3

Durdu...
Tüm hayatın aksine .
Yürümeyi bırakmıştı artık.Durdu.
Değişmeden hareket etmeden durursa belki.
Belki hiçbir şey yapmazsa geçip gidecekti.
Hayatını her gün gitmek zorunda olduğu yer ile her gün dönmek zorunda olduğu yer arasında kısıtlamıştı.Tabi ki birde zoraki duraklarda var. Her dönüşünde aynı yerden aynı kişi olmasa bile ekmek ve şarap alırdı.
O zamanlar şarapta ucuzdu. Sigara da . Bu topraklara ayık olmak işe yaramıyor kanımca. Son dönemlere baktıkça , uyanıkların gittikçe arttığı bir dünya en nihayetinde. Bunları da düşünmek zorunda değildi. Evden sadece içki bahanesi ile çıkıyordu adam. Sevse de sevmese de masadaki alkolü, mekandaki müziği , oturduğu masayı, masadakileri içki bahanesi onu evden çıkarıyordu. Alkolik mi oldum acaba diye düşündü ama bundan da sıkılacağını adı gibi biliyordu. Hayatında sıkılmadığı kimse olmamıştı. Sıkılmadığı hiçbir şey.
Bunun doğal bir sonucu olarak kendine sürekli yeni hevesler yaratıyordu hayata tutunmaya çalışan yanı. Hep kendini aç kalsam ve alkolsüz kalsam yemeği tercih ederim demişti. Bir avunma biçimi idi belki . Aslında gerçeği biliyordu . Cebindeki son parayla sigara alacağını. Yalnız da hissetmiyordu kendini ama dönüp baktığında yalnızdı. Sadece rahatsız etmiyordu yalnızlık onu. Hayatına bir yol çizmek için en kötü dönemdeydi o yüzden durması ve hiçbir şey yapmaması onun için çok daha mantıklı olacaktı tabi. Ne de olsa bir gün kapıdan çıkarken ve girerken ki süre içerisinde bir şeyler değişecekti. Hiçbir şey yapmasa da bir gün olacaktı. Bazen bir hastalığa yakalanıp onunla yaşamayı istiyordu. Onu yenmek istiyordu. Amaçsızlık - ümitsizlik ve ne yapacağını bilememek bedenini sarıyordu. Bir siyahlık dolanıyordu damarlarında. Hiç kesip içine bakmayı düşünmemişti. İntihar hep saçma gelmişti.

Aşık olmalıyım diyordu.Deli gibi karşılıksız sevmeliyim. Tüm hayatımı ona göre şekillendirmeliyim. O ne istiyorsa yapmalı nereye diyorsa gitmeliyim. Bu çok mantıklı bir çözüm olarak gelmişti. Ama ha deyince insan aşık olamıyor tabi. Bulduğu çözüm kendini Afrika'daki tüberkülozlu çocuklardan daha vahim bir hale getirmişti. Çözüm kendi çözümsüzlüğünü doğurmuştu. İşte hayatının özeti buydu; çözümsüzlükler silsilesi.

Harekete geçmeye karar verdi . Ara sıra beraber eğlendikleri, içtikleri yani takıldıkları bir kadın vardı. Güzeldi. Kendine has bir havası vardı. Belki ona aşık olabilirim dedi. Hem zaten kendine olan güvensizlikten ve aynı ortamda olmalarında karşılıksız kalacağını da düşündü. Yakın zamanda bir buluşma ayarlamalıydı.

...

Girdikleri mekanın ortasında insanların oynayabilmesi için bir salon büyüklüğünde yer vardı. Etrafında ise 3 basamaklık bir  merdivenin devamında masalar vardı bütün sahneyi saran . daha arkada ise bar masaları. onlar geç kalanlar içindi . Kadın ve adam havadan sudan konuştular sadece. Her zamanki yere gelmişti muhabbetleri . Kadın arada dans ediyordu ancak asla sahnede değil masanın yanında hep. Çok ilgili gözükmemek için kadının arkadaşı ile muhabbet ediyordu. Yüreği acıyordu. Kendini birilerini oynamak zorunda hissetmişti. Keyif alıyormuş gibi davranıyordu. Oysa ki kafasında bir an önce eve gidip "persona" yı izlemek vardı. Sinema bu ara hevesiydi.
Sadece bir an . Bir an kadın tüm kadınlığıyla ona baktı. Tamam bu onun için yeterliydi artık aşık olmuştu.


Kanepelerden oluşan pub tarzı bir yerdeydiler . Sessiz sakin bir mekandı. Biraz sonra neler olacağını hem kendi hemde karşıdaki kadın biliyordu. Sadece zamanla çok zordu ilk hareket ilk söz ne olmalıydı. Herşey bir anda o kadar zor gelmişti ki tam vazgeçecekken kadının elini koltukta gördü . Tutulmaya çok müsait." belki de bilerek oraya koydu elini " diye düşündü. Doğrulma hareketile bir anda elini tutmuştu. Şimdi kadına bakıyordu. Kadınsa ellerine . Beraber tek olmuş ellerine. Kadın elini çekmedi. Adam bir kez daha aşık oldu.

Adam hikayesinin yeni başladığını düşünmüştü. Belki pembe bir fonda değil ama artık gecenin siyahında da değil artık şehrin grisinde boğulmuş değil. Evet artık yeni yaşamında en önemli kelime bu olmalıydı. Hayatının şifresi "artık " olacaktı .Bir çok "artık"lı cümle kuracaktı. Hayatında ilk kez o şehirde nefes aldığını hissetti.

Ama nefes almak bilmediği bir şeydi.

4 Ekim 2013 Cuma

11- kanayan bilinç


‘’Hadi eve gelin artık’’ seslerinin balkonlardan düştüğü günler. Gecenin sessizliği. Kimsesiz kedilerin ortalıktan kaybolana dek izlenmesi. ‘’Gol  değil oğlum taşın üstünden gitti.’’ O ateş böcekleri. Neredeler onlar. Daha dikkatli gözlerimiz. Daha dikkatli kulaklarımız. ‘’Ağaca çıkmayın çocuğum gece gece.’’  Sen hep kızgın.  Yanındaki tam bir eşkıya. Gözlerin dik dik üzerimde. Koşuyorum asfaltta, nefesi kesiliyor. Asfaltta yıllar sonra bir ölüm. Sen hiç asfaltta öldün mü dostum. Asfaltta ölmek ne acı. Asfalttaki kanın ılıklığı. Yağmur yağsa temizlese. Dostum sen genç yaşında başında bir kurşun deliği ile asfaltta uyudun mu. Devletin gözleri sinsi. Işığı kapat. Perdeyi arala. Koleksiyonum berbat. Siyaset aynı. Zulüm ve aşk imgesi. Televizyon bahane. Gözlerin nereye bakıyor ki şimdi. Ben deliysem, sende yaşamıyorsun. Sıradanlık kanat takmış. Peşimizdeler. Kovsak, geri gelirler. Kafamın içi barut. Gözlerim ateş. Kalbim ılık olmasa patlayacak içimdeki gemi. Ayaklarım aylak. Ellerim yabancı. Çirkin. Benim ama benim değil. Kedi hala arabanın altında. Far suratında. Gözler fosforlu. İsteklerin eriyip gitmesi, garip aldanmaca. Yavaş yavaş, bal gibi yavaş. Adam kendini asmış. Köşeden bir çığlık. Işıklar açık. Çığlık ağlıyor. Çığlık ağlamanın abisi. Kedi yine yürüyor. Aç kedi. Sefil kedi. Sokak lambası sarı. Asfalt beyaz. Dostum seni hiç köşeye sıkıştırıp ölene dek dövdüler mi? Bizi dövdüler de. Biz ne değişik ölüyoruz bir bilsen. Israrcı ağaç gözümün önünde büyüyor. Hiçbir şey istemiyor. Sanki bir soylu. Sanki asil. Konuşmuyor. Görmüyor. Sadece yılları hissediyor. Çimlere çıplak ayakla bas. Kollarını aç. Başını yukarı kaldır. Gözlerini kapat. Sarıl. Görüyorsun, yalan var. Hırs var. Kibir, almış başını gitmiş. Kendini beğenenlerin çıkmazı var. Ölüm hep var. Kalbin ötede değil. Kedi yine neyin peşinde. ‘’Bu golü kimse atamaz oğlum.’’ Sen hiç duymadın. O da hiç konuşmadı. Asfaltta kanlı su birikintisi. Ilık yağmur avucumda. Sindin üzerime. Kocamansın artık. Dostum? Onu anlatsana onu biraz bana. Nasıldı. Hiç hatırlamıyorum. Yorgun muydu. Umutsuz mu. Bir şey istemiyor muydu. Yoksa anlamıyor muydu. Anlayamıyor muydu. Sen deliysen, o da yaşamıyordu. Çok özledin, ciğerin düştü, gözlerin kurudu. Kapat televizyonu. Beynim gebe kaldı. Uyuyalım. Uyumayalım dur. Kahve ya da çay iç. Anlat dostum anlat. Kedi bize bakıyor. Korkak mıydı. Yoksa mağlup mu. Çekingendi de. Dinleme içindeki seni bu gece. Siktir et. Çileden çık. Şaşırt içindeki seni. Süt var. Kahve yap. Işığı kapat. Perdeyi arala. İşçilerin sabah topuk sesi geliyor aklıma. Güllerin yaprakları eksik. Rüzgar çalmış. Kedi zıplamış üstüne. Bir adam koşuyor. Eli gömleğinin cebinde. İşçi adam, şansız adam. Devlet eşittir görünmez üvey baba. Görünmez cinayet. Kurumlar boşvermiş. Kahven soğudu içsene. Cam kesti ayağımı yalın ayak bastığım çimde. Kollarım hala dargın dostum. Dostum anlatsana dedim sana. Seviyor muydu. Sevmiyor muydu. Demek bir papatya değildi. Alışkanlık mıydı. Alışkanlık değil miydi. Demek bir sigara da değildi. Tiksiniyor muydu durağanlıktan. Durağan biriysen her şey durağandır değil mi dostum. Saat bilmem kaç. Ne konuşuyor bu insanlar. Konu ne. Konu yorulmak. Orada bulunmak. Konu rüzgar. Konu hava. Konu spor. Konu aşk imgesi. Konu denge. Konu sevgili. Konu davul olmuş, zurna olmuş konu. Kelimeler eski. Çok eski. Kimse inanmıyor. Gitmiyor kelimeler gerçek yerine. Televizyonu hemen kapat. Sahi sigara var içer misin. Yarışı kazanan boynu bükük at gibisin dostum. Ama kedi daha haklı. Aç kedi. Bazen katil bu kedi. Hamak güzel. Bulut gibi. Daha çok gez. Çok daha gez. Karıştır ortalığı. Kaybol. Tanış. Yoksa karıştırırlar. Kaybederler seni olmazlarda. Dostum hadi anlat artık. Şehirlerde eskir mi. Hamak yırtılır mı üzerindeyken. Nasıl biriydi anlat. Güzel miydi. Sevecen mi. Sıcak mı. Cehennemdi de bana. Allah de arada sırada. Kıskançtı de. İmkansızdı de. İçimdeki boşluk de. Rüya de. Kabus de. Güzel rüyaların adı yok dostum. Kedi yine cinnet geçiriyor kendisinden başka bir tane daha görünce. Elimden bu kadarı geliyor. Hatırlamıyorum dostum. Güneşe bakarken her şey güzel. Yağmur avucumda soğudu. Bu ağaç  otuz yaşında. Neler soktuk aklına. Çimlerin kenarı sararmış. Ayakkabılarım nerede. Anahtarlarım nerede. Ağaca çıkmam gerekiyor bir daha. Güzel sokaklar var. Güzel ve uzun sokaklar. Fotoğraflar mutlu. Fotoğraflar ölü zaman. Kitaplarını bazen sil. Duyumlar, duygular bazen hayvan gibi. Dostum anlat artık. Hep mi kaçarken vuruluyor birileri. Genç çocuklar gömülemiyor. Tecavüz içten içe sevinçli. Dur dostum dur anlatma bir şey. Konuşmasak da görüyoruz. Görmesek de işitiyoruz. Algılarımız baştan aşağı çıplak bizim. Durup durup tiksiniyoruz her şeyden. Kedi yine karanlıkta kayboldu. Sesi geliyor.Bak şimdi de ağlıyor.  

rohan s. kaya. 

31 Ağustos 2013 Cumartesi

10-kısa kısa -2



GÖKYÜZÜNÜN AZİZLİĞİ

Bir sağanaktan sonra toz kalktığı zaman sokağa baktığında renkler daha net ve canlı görünür ya, böyle galiba biraz da insanın yaşadıkları. Ne kadar fırtına, o kadar belirgin ve ne istediğini bilen yaşam çıkar insanın önüne.
Kimse güzel ve güneşli bir günde kendini aramasın, mümkünse fırtınalarınızdan sonra tanışalım; tozlarınızın üzerinizden kalktığı ve kirlilerinizin yok edildiği bir günde.

BAĞIMLILIK

Bağımlı değil hiç kimse. Biraz da bağımlı sandıkları içindekilerin söylemekle bitebileceğini sandığı bir muhtaçlık, bir nevi iç patlaması. Hani uzun uzun konuştuğunuz zaman birden bir sessizlik çöker ya masanın üzerine; küller dağılır, masanın üstü dağılır, akıllar dağılır… Bir bakarsın... 

AKLIMA GELMİŞTİ

Her şeyi elimize almadan gözümüzde bitiriyoruz, gülerek ve alay ederek değersizleştiriyoruz güzellikleri ve sancıları. Oysa kelimeler de, cümleler de gün gelir ete kemiğe bürünür karşınıza çıkar. Arkanıza bile bakmanıza fırsat verilmediği zaman ‘’aklıma gelmişti’’ dersiniz.

YIPRATMADAN

Önüme gelen her insanı inançlı ve yok olacak şekilde kucaklıyorum. Yavaş yavaş, yıpratmadan bitiriyorum onları. Sohbetlerde yarışıyorum onlarla. Gülüşleri, istekleri fotoğraf karesi şeklinde bilincime inşa ediyorum. Bilerek, sevecen ve mutlu görünüyorlar. Onlarla her el sıkışımda bir gün eksilirler mi diye ara ara düşünüyorum. Unutamayacağım dakikaların hesabını onların gözlerine bakarak ölümsüzleştiriyorum.

ES GEÇİLEMEZ GERÇEKLER

Sadece ''bu düşünceden de kurtulacağım'' düşüncesiyle girilen her yol, bizi cezbeden her istek, kişiye farklı mekanların gölgesinde yürümesini sağlıyordu.Yoksa gerçeklerin hiç ama hiç bir değeri yoktu. Önemli olan bir şeyleri üzerinden atıp kurtulmaktı. Bir şeyleri derinden attığın ter gibi, beyninden attığın her düşünce seni sadece bir süre rahatlatıyordu. Asıl içsel yıkılış ve diriliş kaynaklarının zaman ve mekan değişiminden olduğu es geçilemez bir gerçekti.Ve biz bunların bilincine varmak için zaman ve mekanın tükenmesi gerektiğini bilmiyorduk.

GÜLDÜK

Ama yine de güldük. Olur olmaz yerde olur olmaz şekiller de öyle güzel güldük ki, neden güldüğümüzü anlamayıp yine güldük. Seyrettiler sadece bizim o tuhaf mutluluğumuzun anlarını. O tuhaf mutluluklar fotoğraflandı kimi zaman. Kimi zaman konuşuldu başka masalarda. Yüzümüzde, bedenlerimizdeki o kesikleri bilseler dahi seyrettiler direncimizin güçlülüğünü. Bazen garipsediler, ‘’bu kadarı fazla’’ dediler ama biz bırakmadık o yaşamın daima sevilebileceği gerçeğini.

EKSİLDİĞİ YERİNDEN


İşte sonra  sabah uyanıyorsun. Elbiselerini giyiyorsun. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. İşe gitmek üzere evden çıkıyorsun ve yaşamın devam ettiğini insanların hızlı adımlarında görüyorsun. Nefes alıp yaran ile devam ediyorsun. O gün istesen de istemesen de insanların arasına bulaşıyorsun. ‘’Sadece ama sadece bir seçim yaptı. İnsan her şeye  bir seçimle başlar ve bir seçimle bitirir’’ diyorsun ve devam ediyorsun dünyanın gereksiz her şeyine. Ama kaldığı yerinden değil, eksildiği yerinden. 


rohan s. kaya

16 Ağustos 2013 Cuma

9- kısa kısa





OYUK

Her şeyi anlatmak zorunda değiliz, ne de karşımızdaki insana gereksiz sorular sormaya. Çünkü bu sorular yanında geçmişi de getirir.  İnsan insanın geçmişinde kendisini şaşırtacak bir şeyler arar. Bunu sevmiyorum. Umurumda dahi değil. Bir piçe ‘’Baban nasıl?’’ diye sormakla eşdeğerdir benim için. Günün tazeliğine aykırı, karşındaki kişinin temize çektiği bilinci o sorularla oymak, o oyuktan bir şeyler akıtmaya çalışmak beni tedirgin ediyor.

TAŞ İNSAN MECLİSİ

Bir arkadaşım köyüne gitmek için can atıyordu,’’ iki günlüğüne ne yapacaksın köyde, o kadar yolu iki gün için niye çekiyorsun’’ dedim. ‘’İnsanların yüzünü taş gibi görmektense, taşı taş gibi görmek daha iyidir’’ dedi. Güldük. Bizde de vardı diğer insanlara göre bir taş olma durumu. Birayı içimize çektik, sineyi kafamıza diktik.

İDRAR TAHLİLİ

Yeni tanıştığın insanların suratına abanır gibi, ağzından ne çıkacak diye yalvararak bakması, işine yeni başlamış bir biyoloğun idrar tahlili yapmasıyla eşdeğerdir. İşte o zaman anlarım dünüme, bugünüme ve yarınıma karşı ilginç bir şekilde dillenmemi istemesi aklıma gelir. Göz kapaklarımı yarıya indirip, başımı diğer tarafa çeviririm. Bu benim hayatta dilimi kullanmadan siktir git deme halimdir.

PİAF

İrene Cafe’de otururken Fransız bir kadın ağlayarak şarkı söylüyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Gittim sordum ‘’kim bu’’ diye. Edith Piaf dedi sahibi. Çok mu sevdin dedi. Aşık oldum dedim. Güldü. Geç kaldın, çoktan öldü dedi.  Böyle şarkı söyleyen birinin ruhu o gırtlağından nasıl çıktı diye düşündüm. Genç ölmüştür kesin dedim. Doğum günümde, şanssız hayatını karaciğerinden çıkarmış. Keşke merak etmeseydim. Sevebileceklerim hepsi öldü mü acaba diye düşündüm. Saçmaladım. Yerime döndüm.

MONOTON GEZİ

Evimden çıktım. Bir araba kiraladım, denizin dibinden sürdüm. Araba boğuldu. Yüzdüm karaya kadar. Yoruldum. Yürüdüm. Hızlı yürüdüm. Koştum. Asya’dan Avrupa’ya uçtum. Amerika’nın üstünden geçtim, evime döndüm. Dünyanın hali perişan, Afrika dahil. Her yer aynıymış dedim. Uyudum.

FOTOĞRAF

Fotoğraf çektirmek bir nevi ölümsüzleştirmekse anı, bir nevi de kendini bir zaman diliminde hatırlayıp işkence çektirmektir. 

KABUL ET

Kabul et, sen de artık tek gerçekliğe inanmıyorsun. Başka bir durum var ortada. Belli ki hissetsek dahi göremeyeceğiz. Rüyalarından ufacık bir şüphe duymuyor musun? Hiç acı çekmiyor musun? Yaşadığın dünyanın gerçek olmadığını söyleyen bir şeyler hissetmiyor musun? Bakıyorum da yansıyorsun sadece dünyaya kusurlarınla. Kendi gerçeklerin dilinde, ama yaşamında değil. Gökyüzünde. Ölünce başka bir yıldızda buluşmak dileğiyle.

DAĞINIK

Her çiçekte seviyor sevmiyor saçmalığını yaşamaya çalışmanın manası ki,  kuru geçer bazı baharlar. Bazen sevilen kişi seni iplemez bile. Çiçekler akıllarda kalmaz, uçurumların akıllarda kaldığı kadar. Dağınık kalsın unutulmuş caddelerin dükkan önleri, her şey dağınık kalsın. Toparlanmasın insanlar. Gizlenmek kalsın, büyütülen hayallerin ortasında. Yaşanmadan bırakmak kalsın içimizde bazı hatıralar. Köşelerde kalsın bazı fotoğraflar, ziyan duygusu ve iç savaş dokundurtmasın onları sana.

KLASİK ŞEYLER

Evin içi chopin, bach, liszt kokardı bazen. Pazar ve pazartesiyi sevmezdik, başları ve sonları sevmezdik aslında. Kopuşlar olurdu çünkü. Pazar günleri binilirdi otobüslere, hiç bir şey olmamış gibi pazartesi devam ederdi hayatlar. Biz sevmezdik işte.

SUS PAYLARI-1

Kendimden biraz daha uzaklaşıp uzun uzun düşündüm. Her şey olması gibi. Belki daha da kötü olabilirdi. Belki biraz daha iyi. Biraz zahmet etsem kendime, biraz daha uğraşsam daha ileri gidebilirim huzurlu olma konusunda. Ama uğraşmıyorum, bana pay edilene doğru yürümek daha haz verici. Etrafımda koşan insanlar görüyorum, zirveye doğru koşuyorlar. Kendi belirlediği zirvelere. Ellerinde bir önceki hedeften aldıkları bayraklarla yüzüme gülüyorlar. 

SUS PAYLARI-2

Bazen oturuyoruz bir yerlerde. ''Nasılsın?'' diye soruyor ‘’Bekliyorum, biraz huzurlu, biraz mutsuz’’ diyorum. ‘’Sen nasılsın’’ diyorum, ‘’Bende öyleyim’’ diyor. Halbuki elindeki bayraklara bakıyorum, rengarenk bayraklara. Nedenini sormuyorum, nedeni biliyorum. Nedeni bir takım toplumsal değerlerin, zirveye çıkarken paçasına yapışması olduğunu biliyorum. O değerlerin geveze değerler olduğunu, o değerleri her gün beyninin içinde hissettiğini biliyorum. Çocukken hayalini kurduğu şeylerin, o geveze değerler yüzünden tükendiğini, tükenirken eline birkaç oyuncak bayrak iliştirildiğini, bunun sus payı olduğunu biliyorum. Kendine sus payı. Zamanla kendine sus payı verilen insanlar tanıyorum. Öyle de güzel insanlar.


r.s. kaya









14 Ağustos 2013 Çarşamba

8- Bana Kulak Verin

     

      Gözlerim yanıyordu ve alnım ateş gibiydi, uykusuzluk ve yorgunluk üstümden gitmiyordu o gece. Bir Fransız filminde görmüştüm, askerde öğrenmiştim sigara sarmayı. Bende sardım bir tane ve evin balkonuna çıktım. Havanın sıcaklığı ve sigaranın sertliği iyice vücudumu ağırlaştırıyordu. Sandalyede yarı baygın uyuya kaldım. Hemen alt sokakta bir ses duydum sonra, bir kadın sesi. Tanıdığım ama hatırlayamadığım bir ses büyüyerek yaklaşıyordu. Yolun ortasından geliyor sonra kadın. Hatırlıyorum, birkaç sene öncede başka bir yerde arkadaşlarla gömüştük ve uzun uzun şaşkınlıkla seyretmiştik. İsmi Menekşe. Sokaklarda yaşadığını ve kimsesinin olmadığını söylemişlerdi. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu ‘’Bana kulaaaak veriiiin, banaaaa kulaaaak veriiiiiiinn’’ Herkes Menekşe’yi görmek için uyanıyor ve camlarını açıyordu. Şimdi herkes benim gibiydi, yorgun ve ayakta. Geceyi bölen üç ses vardı o gece birincisi Menekşe’nin sesi, ikincisi bir araba alarmı ve üçüncüsü birbirini boğazlayan kediler. Sonra Menekşe sesini de alıp gecenin içinde kaybolmuştu.

      Ertesi gün bir kitapevine girip yeni çıkan bir kitabı almak için etrafıma bakıyordum. Ama canım hiçbir şey okumak istemiyordu. Kitabı açtım, biraz karıştırdım. Geri yerine koydum. Sonra ikinci el kitap satan kitapevlerine girdim. Eski kitapları, eskiden okuduğum kitapların eski baskılarını gördüm. Açtım bazılarının içini zamanla birbirine nemden yapışmış sayfalarını ayırdım. Altları çizilmiş cümleleri okudum ve geri kapattım. Bazı kitapların bazı cümleleri her zaman çizilir, bazen herkes aynı düşüncede toplanır ve orada kalır. Böyle kaldığı ve böyle anlaştığı için bazı insanlar artık konuşmak dahi istemez. Ve en uzun kimin yanında susuyorsa onunla iletişimini koparmaz. Çünkü bilir ki, uzun yıllar konuşmasalar dahi, bir gün yine susarak ve yan yana aynı şekilde oturacaklardır. Hiçbir şey sormadan,  bir şey yargılamadan anlayacaklardır olan biteni.

      Tekrar caddeye çıktım. Gökyüzü kararmak için güneşi kenara sıkıştırmış. İnsanlar sokaklarda darmadağın. Kafalarını sanki arkadan birisi tutuyor gibi yürüyor çoğu, bende dahil.  Herkes bir yerlere gidiyor. Sanki hepsinin hedefleri çok yakındı. Sonra yine Menekşe karşıma çıktı. Hep aynı nara ‘’ Banaaaaaaa kuuulaaak verin, bana biiirr kulaaak veriiiinnn insanlar’’ diye bağırıyor yine. İnsanların kimisi gülüyor, kimisi acıyor, kimisi hiç oralı bile olmuyordu. Görüyorlar ama aslında görmüyorlar Menekşe’yi. Bazı insanların yolunu kesiyor ve onlara da bağırıyor aynı şekilde. Ama kimse kimsenin umurunda değil. Menekşe’yi uzaktan seyrediyorum bir süre. Yorulunca kaldırıma oturup ağlamaya başlıyor. Sigara uzatıyorlar bir süre sonra emzik gibi. Derin derin çekip içindeki canavarı dumanıyla boğup bayıltıyor bir süre. Sonra tekrar bağırmaya başlıyor ‘’ Banaaa kuuulaak veriiinnnn, banaaa biiir kuuulaaak veriiiin eeeeyyyy insanlaaaar’’

      Yaklaşık iki ay haftada ortalama üç defa Menekşe böyle çıktı karşıma. İnsanların ona olan sabırsız sinirlerini, onu iteklemelerini, tekmelemelerini bile gördüm.
Bir gün akşam televizyon da akşam haberlerini izlerken gördüm Menekşe’yi. Polisler koluna girmişti. Muhabirler ve kameralar peşinden ayrılmıyor sorular soruyordu devamlı.
‘’Neden öldürdünüz o adamı? Size bir şey mi yaptı? Tanıdığınız birisi miydi? Herkes durup dururken olduğunu söylüyor siz bu konuda ne söyleyeceksiniz?’’ gibi sorular soruyorlardı. Ama cevap vermedi hiç birine. Sinirli sinirli yüzlerine bakıyordu medya ordusunun.  Bir muhabir ‘’Peki kulağını neden kestiniz?’’ diye sorunca durdu Menekşe. Muhabirin üzerine doğru yürüdü, alaycı bir gülümseme belirdi yüzünde ve dişlerini sıktı. ‘’Bana kulak verin dedim, sadece kulak verin. Bu dünyayı sadece ben mi böyle duyuyorum yoksa insanlarda benim gibi mi duyuyor bilmek istedim.’’ Sağ kulağını tutarak kameraya iyice yaklaştı ‘’ Artık bu kulaklarımı istemiyorum. Yeni şeyler duymak istiyorum, güzel şeyler. Yeni sesler, yeni cıvıltılar, gerçek mutluluklar, gerçeği duymak istiyorum gerçeği. Anlar mısın, bilir misin gerçeğin nasıl bir şey olduğunu. Hea! Duydunuz mu hiç gerçek bir şey!  Artık anlamak istiyorum yeni müzikleri, sadece bunları istiyorum. Çok mu şey istiyorum lan! Çok mu şey istiyorum!’’ dedi. Kulaklarını kapatıp gözlerini yumdu ve yere oturup bağırmaya başladı. ‘’Gözlerimi de istemiyorum. Hepiniz gidin başımdan orospu çocukları. Hepiniz oyunlarınız içinde geberip gidin. İstemiyorum, hiçbir şey istemiyorum’’ dedi.


      Kamera merkez stüdyodaki saçları yapılı ve makyajı hiç eksik olmayan bebek yüzlü spikere döndü. Spiker bir anda şaşkınlığını üzerinden atmak için duraksadı, yutkundu ve tecavüz haberleriyle dünyaya kaldığı yerden devam etti.

r.s.kaya

10 Ağustos 2013 Cumartesi

7-Yeniden Doğuş


''Birileri için bir şeyler yapmak istememe'' günleri yaklaşıyor artık. Önemsememe ve yeni hayatlarına insanları bulaştırmama düşüncesi kapıyı kırıyor. Biz bu eksik çağda sadece eğleniyoruz ve bunun için ellerimizi boğazlarımıza yapıştırıyoruz. Sözlerimizle kulaklarımızı parçalıyoruz. Her konuştuğumuz masaya bahşiş gibi etimizden bir parça bırakıyoruz. Biz bir insanı kazanmak için çok şey abartıyoruz. Çoğumuz günahkarız bu çelişkilerde, bir süre sonra günahlarımızdan arınmak için sağa sola saldırıyoruz ellerimizde çiçeklerle. Yalan yok, çok güzel oynuyoruz bu meydanlarda. 

Herkes kendi doğrusunun koluna giriyor sokaklarda, ki zaten böyle olmasa zümresel değil kişisel savaşlar kol gezerdi ortalıkta. Ama bir gün bu da olacak, diğerlerine inanıp, bir zamanlar en sevdiklerimizi katletmek için elimizde silahlarla pusuya yatacağız kör karanlıklara. Ya da bir gözyaşı kokusu saracak dünyayı, tüm insanlık bir travma geçirip bayılacak tüm bu saçmalığın ortasında. Uyandığımızda birbirimize dokunmadan, cümlelerimizle savaş açacağız. Konuşmayacağız, dokunmayacağız hiçbir şeye, bedenimizin herhangi bir organını birbirimizi inandırmak için kullanmayacağız. Tüm hayvanlar olduğu yerde duracak, bu zihinsel hesaplaşmaya karşı hiçbir tepki veremeyecekler.

          Elimizde sadece iki şey: Bir kağıt, bir kalem.

          İçimizdeki her şeyi mürekkebe batıracağız. Hepsi bir yerde toplanacak daha sonra, içini boşaltan herkes ağlayacak. Ama konuşmayacağız kesinlikle konuşmaya yüzümüz olmayacak. Kibirlerini, hırslarını ve ihanetlerini sindiremeyenler, utancından kendi mezarını kendi elleriyle kazan insan ölümleri olacak. Haksız olan topluluğa haklı olan topluluk değil, adalet kavramını yüzyıllardır öğrenemeyen veya hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranan sürüngenler birbirlerini kemirerek yaşamlarına son verecekler. Tüm katiller öldürdükleri insanları mezarından çıkaracak, kemiklerini ellerine alıp diz çöküp ağlayacaklar. Konuşmak yasak, çünkü pişmanlık sözleri çoktan öldü. Zaman yüzleşme zamanı, bahaneler yok bu hesaplaşmada. Çırılçıplak kalacak herkes, adalet kendiliğinden dağıtılacak, büyük düşünceleriyle insanlığın yüz karası olan cellatların mezarları dikine kazılacak.

         Bu yeni varoluş yüzünden insanoğlu kendine küsecek, derin düşünce çukurları kazılacak, çukurların içinde kendi kendini sınamaya mahkum edilecek. Kuyudan çıkma vakti geldiğini yalnızca kendi yazdıklarıyla belirleyecek, utançlarıyla, yalanlarıyla beyaz sayfalarda yüzleşecek. Geri kalanlar toplanacak bir meydanda. tüm yazdıklarını, tüm boşalmalarını ateşe verip yakacaklar. Etrafa yayılan o ateşin dumanını içine çeken tüm insanoğlu işte o zaman bedenlerden değil düşüncelerden tekrar doğacak.


r.s. kaya.

4 Ağustos 2013 Pazar

Bir kentin çirkin itirafları -1

Bu kentin sokaklarında yeni yürümeye başlamıştı. O kadar yabancıydı ki  daha yoldan geçen bir kadına aşık olmamıştı.Bir çay evinde kıçından daha küçük bir taburede otururken hafif sağ çaprazda oturan, kendi masasında oturan birinin omzundan görebildiği bir kadına aşık olmamıştı. Heyecanlanmamıştı kısa mesafeli bir semtler arası otobüste yanına o kadın oturacak mı diye . Kadınlardan öte daha hiç gecenin yarısında sokaklarında yürümemişti. Bir şehri tanımanın en iyi yoluydu yalnız gecelerdeki yürüyüşler. Sokaklar bekaretini kaybetmişken , daha yeni başlayacak gün için makyajı yapılmamışken. İşte böyle bir saatte başlamıştı, yürümeye. Köpekler, kedilere bırakmıştı çöpleri. Kediler , çöpçüler gelmeden karın doyurma derdindeyken. Sokak lambalarının yıldızlara olan platonik aşkı başlamışken. Oldum olası çok romantik gelmişti bu an . Nedenini bilmediği için kimseye de anlatamamıştı. Evdeki herkes uyuduğunda çıkardı. Sigara almaya diye, kokoreç yemek için diye. Kimse dönmesini bekleyecek kadar ayık olamazdı zaten. Belki de umursamadıkları için. Yürüyüşlerinin gecenin o saati olması dışında, yalnızlığı da vazgeçilmez bir koşuldu. Bir kez -eskiden yaşadığı daha büyük bir şehirde- bir kadını ortak etmişti ve neden yalnız yürüdüğünü daha iyi anlamıştı. Yürüyüşleri sırasında bir şeyler düşünmeyi sevmiyordu. Ama öyle kötü bir durumdu ki bir şeyleri düşünmemeye çalışırken düşünmemeyi istediği herşeyi tekrar hatırlıyordu. Belki yıllar önce sarayından çıkıp uzun yolculuklarının sonucunda içsel huzuru ve aydınlamayı bulan Buda'nın meditasyonunun bir çeşit dönemsel farklılığı idi. Ama hiç bir zaman o kadar erdemli olamadı . Çünkü gittiği yerlerden yürüdüğü yollardan hep geri dönmüştü adam. Daha önce ikamet ettiği şehre benzer bir çok şey var burada hep biraz kopyası gibi. Onun geldiği yerde , insanlarla çay içmek bile politik amaçları olan bir eylemdi. Hatta çay bile örgütlenerek demlenirdi. Yürüyüşlerinde hep oradaki insanları düşündü. Aşık olduğunu hatırlıyordu," Felsefenin Başlangıç İlkelerini" okuyana kadar. Soluk almak bile özgür kafayla bir devrimdi onun için artık. Güzel insanlardı. Güzel insanlar hala. 
Yürüyüşleri boyunca hep neden bırakıp gittiğini anlamaya çalıştı . Neden buradaydı. Güvenemiyordu bu şehre. Geldiği yerde arkasında sivil polislerle gezerdi. Kimse bir şey yapamazdı ona o polisler dışında. Burada ise sokakların hepsinin sahibi vardı. Hepsinin ait olduğu mahalleler ,evler ve ahalileri vardı. Bir sene aynı yalnızlık ile gitti. Aynı yürüyüşlerde yine aynı hislerle devam etti. Arada geceyi değiştiren şeyler olmuyor değildi tabi ki, şehrin asi ve kaybetmiş çocukları kesmişti yolunu şahinlerle bir kere. Bir kere gasp edilmişti. Bir kere şarapçının birine şarap ısmarlamıştı. Bir kere aşık oluyordu siyah deri ceketli kadına . Bir seneki yürüyüşlerin sonunda küçük bir karar da vermişti . Eski arkadaşları ile buluşacaktı.Bir şeyler içmek biraz eski günlerden konuşmak iyi gelecekti belki. Tabi bu küçük karar sonunda ona 55 günlük bir tecrit deneyimi ve içindeki son cesareti kırılması olarak sonuçlandı. Aslında bunu bir fırsata çevirmek için çok düşündü. Her şeyi , mutsuz olduğu her şeyi, değiştirmek adına. Artık farklı biri olacaktı . Yürüyemeyecekti artık.Evet buradan başlayacaktı.


20 Mayıs 2013 Pazartesi

6- Cambaz
















Evrendeki ayrılışlar ve saçmalıklar
sararken etrafını
köstebek yuvalarına saklanmaya çalışan
aklı hala bir türlü bitiremediği
saklambaç oyununda kalmış,
                                               şaşkın bir çocuk.

Gelip gidip sirkin sahibine yaranmaya çalışmış
sahne arkasına bırakılmış geçmişi
                                                 bir kördüğüm.

Boşluklarda yaşamayı,
kendi yolu olarak görmekten utanmayan
gösterisiyle etrafındakileri afallatan
körkütük sarhoş bir  çocuk.


Gündüzler ölüyor, geceler doğuyor her defasında
aklında kör bir sancı
oturuyor, kalkıyor
düşünüyor, buluyor
kaybediyor, konuşuyor
susamıyor
hep aynı varoluş,
                                   her şey yine 
                                   yeniden aynı.

''Kesin yine düşmeyecek'' diye söylenirken
ipi sallamak için yukarıya çıkar
cesaretinin elinden tutan şaşkın çocuk.

Düşünüyor ki,
o cambaz ipten bu defa düşecek
ve
                                     hayat denilen palyaço
                                     bu cinayete üzülmeyecektir artık.  


rsk

27 Nisan 2013 Cumartesi

Yıllar önce ilk kez bir sahafa girdiğimde çok garip gelmişti. Bu dükkanı bulmamız baya bir zor olmuştu. Zorlu arayışımızın altındaki tek neden ise Sosyalizmi okumak anlamaktı . Şunu anlamalısın lisedeyken hiç bir şeyde başarılı olmamak olamazdı. En azından bir şeyden sınıfta-okulda en çok anlayan sen olmalıydın. Tabi ki o zamanki tipimiz ile söz konusu kızlar olamazdı . O zamanki paramızla bilgisayar oyunları da olamazdı. Müzik çalmak ve dinlemek konusunda televizyonun içindekiler kadar zengindik. Gerek ailesel duruşumuz ve kültürel geçmişimizden dolayı sosyalizm ismine yabancı değildik . 
Ne de olsa Deniz Gezmiş bizim oralara yakın bir yerde yakalanmıştı. Buradan yakalanmasına değilde saklanmasına pay çıkarırdık. Bunu sadece ben değil o civarda yaşayan herkes yapardı. 
Sahafın içinde dolaşırken benim aklımda burada böyle kıç kadar dükkanı işleten ve 3-5 liraya kitap satan eski bir devrimci olduğu sakalından gözlüğüne askıdaki ceketine masadaki sigarasına belli eden abinin nasıl geçindiğiydi. Daha sonra dolaştıkça yazarlara kitaplara daha yakından bakmaya başlamıştım. Ne çok isim , ne çok farklı hikaye , öğrenecek ne çok şey var başımı döndürmüştü. 
Sonra aklıma başka bir soru takıldı bu insanlar nereden buluyordu bu kadar anlatacak şeyi. Neden bu kadar yazılmıştı. Dünyada bu kadar irdelenecek bir şey var mıydı ? Her neyse hiç bir şey alamadan çıktım. 
Bir süre araştırdıktan ve yine bir süre geçtikten sonra hatırı sayılır bir bilgi sahibi olmuştum sosyalizmden hem teorik hem pratik olarak. Ondan sonra eylemler , dayak, gözaltı ,takipler , aile baskısı , sigara, okuldan kaçmalar, güzel dostlar, yoldaşlıklar , polisler , örgütlemeler vs ...
Üniversiteye geldim okudum ve bitti. Toplumda hatırı sayılır, saygıdeğer bir mesleğin adayıydım artık. 
Şimdi dönüp bakıyorum üniversite bana bir çok şey kattı . 7 sene süre okul hayatım boyun eğmeyi öğretmişti bana. Başarısızlıklara alışmayı ve görmezden gelmeyi öğretmişti. Aşık olup yenilmeyi. Hayaller kurup bunları kurduğun yerde bırakmayı öğretmişti. Kadınları üzmeyi öğretmişti. Sahte insanları ve yeri geldiğinde sahteleşmeyi öğretmişti. Toplumun gözünde ne başarı demekse ki çok da sosyal olmayan biri için bu toplum etrafındakilerle sınırlıdır,  onun peşinden koşmak gerektiğini öğretmişti. Bulunduğun yerde ve anda iktidar kimde ise ona saygı göstermeyi öğretmişti. Şimdi düşünebilirsin hayatı öğretmiş işte sana diye ama şunu da anlamalısın biz bunları öğrenmek için gelmedik ki. Anlayacağın bize çalışmadığımız yerlerden sormuşlardı. Mutlu olmak gibi büyük bir hedefimiz yoktu. Ama mutsuz olacağımızı bilmeyi de istemedik. 
Şimdi sahaf ne yapıyordur acaba . O zamanki manzaradan farklı olarak belki sigarayı bırakmıştır. Acaba onun için başarı ya da onun hedefleri sadece bir şeylerden uzak kalmak mıydı? Bilemiyorum . Bazen her şeyi bırakıp onun yerinde olmayı istiyorum. Sonuç olarak elimde bırakacak çok da bir şey kalmadı. 
Şimdi o kitapları yazanlar ne yapıyordur acaba .Mutlu mudurlar ?  Çünkü benim gözümde her yazar mutsuz başarısız olmalıdır. Bilmiyorum nedenini? İmza günü yapan bir yazarı okumayı bırakırım mesela orada onu neşe içinde anlamsız karalamalar yaparken görmeyi sevmem. Bende yazmaya en mutsuz anında başladım . Sanırım herkes öyle olmalı gibi düşünüyorum. Bazılarını da kimyasal maddelerin etkisi altındayken yazdıklarını.
Hastalıklı olduğumu düşünüyorum . Sadece adını koyamamış tıp daha.Çok nadir olduğundan değil çok kişi de görüldüğünden.

NOT : bu yazıda başlıksız olsun ne koyacağımı bilemedim. 

A.U. 

20 Mart 2013 Çarşamba

Hızlı gittiğini adında bile vurgulayan kendini beğenmiş bir trende yolculuk vaktiydi. Daha nerede oturduğuma bile bakmadan yola koyulmuştum içkili vagona . Eskileri övmek klişedir ama değerini kaybettikten sonra anladığımızdan işte. Tamam yarı süre de varıyordum sevdiğim kente ama süre daha uzun geliyordu. Çünkü eski trenlerde -aslında o kadar eskide olmayan yani gözünüzde buharlı falan canlanmasın - içkili vagonun o kadar güzel havası vardı ki insanlar rakı masası kurardı çünkü en az 3 saat gidilecek bir yol çok uygun bir süreydi adabıyla rakı içmeye. Her neyse her zaman oturduğum o yalnızlığın sembolü bar taburesi doluydu. Orta yaşlarının sonuna gelmiş , kır uzun saçlı , saçlarını arkadan toplayacak kadar uzun saçlı takım elbiseli hayatın akışına bırakmış ama kendince asi bir adam tarafından. Diğer tabureleri sevmiyordum çünkü insanların geçerken  sürekli temas etmesi ,temas edenin cinsiyetine göre ; kadınsa bir umut erkek ise bir rahatsızlık hissi yaratıyordu. Çünkü yeterince içersen hayat bunlarla doludur. Uyandığında ise o anki umutları kovalamanın hayal kırkları veya rahatsızlıkları da eklenir tabloya . 
Mecburen 4 kişilik ,trende yemek yiyen çiftler ve çift arkadaş toplulukları için yapılmış olan masaya oturdum . Zaten fiziksel özelliklerim nedeniyle çok bir yere sığamıyordum ama burasının darlığını ve uygunsuzluğunu daha oturmadan belli etmişti  zaten oturunca ön yargılarımın doğruluğunu ispatlamıştı.  Camdan dışarı baktım . Kendimi görünce camda, gözlerim barmenle göz göze gelmeye çalıştı. En sonunda o saçma anı yakaladık. 
Güneş battıktan sonraki yolculukları oldum olası sevemedim .Sanki hiç bir yere gitmiyormuşsun , sadece bir yerde oturmuş etrafındaki dünyanın değişmesini bekliyormuşsun gibi gelir. Öyle olmadığına dair kanıtlar gösterilir sana gecenin karanlığına tecavüz eden ışıkları tarafından. Onlara da doğru zamanla bakarsan sana göz kırpıyorlarmış gibi gelir. Sonra inersin sanki dünya yıkılmış ve yeni bir medeniyet kurulmuş gibi gelir aynı sıradanlıkta biraz daha büyük ya da küçük .
Ne kadar süre geçiyor bilmiyorum , tren kalkmıştı ama sesten o anlaşılıyordu .Daha önce bahsettiğim adam masama doğru yöneldi yerini bir başkasına kibarlık olarak vererek . Hayır insanlar böyle şeyleri nasıl rica eder anlamış değilim. 

Buradan sonra bir sürü gereksiz soru soruldu ve cevaplandı sevgili okur, yazar bunları atlayarak gereksiz muhabbetlere asi duruşunu yansıtmıştır. 

- Peki neden evlenmediniz hiç ?
- yani aslında bir çok sebebi var ...
- mesela  ?
- Aslında bir kez evlenmeye çok yaklaştım .
- Nişan falan mı ?
- yok ama o kadını bulmuştum , ya da karşıma çıkmıştı .
- sonra ne oldu ?
- öldü .
- ... 
- eyvallah başın sağolsun demedin.
- böyle durumlarda ne denir bilmem . 
- bi bok denmez çünkü... Sessizce durursun yeterince zamanın geçmesini beklersin.
- eyvallah 
- Sonra işte bir daha da olmadı kimse.
- Yerini mi dolduramadın yani ? 
- Yok aslında daha çok yaşadığım hüzün ve acı çok ağır geldi. 
- Anladım aynı şeyleri bir daha yaşama korkusu 
- hayır hayır anlamadın . Benimki daha çok bunları birine yaşatma korkusu . Bir gün ölünce arkamdan kimse ağlamasın kimse üzülmesin istiyorum . 
- iyide bunun yolu bu olmaz ki sonuçta elbette birileri yaşayacak bunları aile arkadaşlar falan
- ailem yok zaten arkadaşlar konusunda ise yapacak bir şey yok onları kaybetmek için bir şerefsize dönüşmem lazım..
- onlar için artık çok geç yani. 
- benim asıl sorunum burada zaten, sevdiğim kadına bunu yaşatmak istemiyorum . 
- Birgün biri bunu göze aldığını söylerse?
- bunu dert ettiğimi bilecek bir kadın tanımıyorum 
- evet tabi anlatmazsan .


Yazar buradan sonraki sohbeti yarım saat içinde içilen dördüncü bira nedeniyle pek hatırlamıyor.


İner inmez sigarama sarıldım hala akşamdı . O günden sonra bir daha o masaya oturmadım ve bir daha orta yaşlarının sonunda kır uzun saçlı takım elbiseli bir adamla bira içmedim. Kafa açıyor.


A.U.

31 Ocak 2013 Perşembe








Ben bir adam tanıyorum ;

Perdeleri kül renginde

Bir göz odada yaşayan,

Mütemadiyen siyah giyen

Kendini görecek bir aynası bile olmayan

Ben bir adam tanıyorum

Adamlığından şüphe etmeyen

Ama bunun bir anlamı olmadığını da bilen

Kendini hiç bir yere ait hissetmeyen

Ama her şeye sahip olmak isteyen bir adam

A.U