16 Ağustos 2013 Cuma

9- kısa kısa





OYUK

Her şeyi anlatmak zorunda değiliz, ne de karşımızdaki insana gereksiz sorular sormaya. Çünkü bu sorular yanında geçmişi de getirir.  İnsan insanın geçmişinde kendisini şaşırtacak bir şeyler arar. Bunu sevmiyorum. Umurumda dahi değil. Bir piçe ‘’Baban nasıl?’’ diye sormakla eşdeğerdir benim için. Günün tazeliğine aykırı, karşındaki kişinin temize çektiği bilinci o sorularla oymak, o oyuktan bir şeyler akıtmaya çalışmak beni tedirgin ediyor.

TAŞ İNSAN MECLİSİ

Bir arkadaşım köyüne gitmek için can atıyordu,’’ iki günlüğüne ne yapacaksın köyde, o kadar yolu iki gün için niye çekiyorsun’’ dedim. ‘’İnsanların yüzünü taş gibi görmektense, taşı taş gibi görmek daha iyidir’’ dedi. Güldük. Bizde de vardı diğer insanlara göre bir taş olma durumu. Birayı içimize çektik, sineyi kafamıza diktik.

İDRAR TAHLİLİ

Yeni tanıştığın insanların suratına abanır gibi, ağzından ne çıkacak diye yalvararak bakması, işine yeni başlamış bir biyoloğun idrar tahlili yapmasıyla eşdeğerdir. İşte o zaman anlarım dünüme, bugünüme ve yarınıma karşı ilginç bir şekilde dillenmemi istemesi aklıma gelir. Göz kapaklarımı yarıya indirip, başımı diğer tarafa çeviririm. Bu benim hayatta dilimi kullanmadan siktir git deme halimdir.

PİAF

İrene Cafe’de otururken Fransız bir kadın ağlayarak şarkı söylüyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Gittim sordum ‘’kim bu’’ diye. Edith Piaf dedi sahibi. Çok mu sevdin dedi. Aşık oldum dedim. Güldü. Geç kaldın, çoktan öldü dedi.  Böyle şarkı söyleyen birinin ruhu o gırtlağından nasıl çıktı diye düşündüm. Genç ölmüştür kesin dedim. Doğum günümde, şanssız hayatını karaciğerinden çıkarmış. Keşke merak etmeseydim. Sevebileceklerim hepsi öldü mü acaba diye düşündüm. Saçmaladım. Yerime döndüm.

MONOTON GEZİ

Evimden çıktım. Bir araba kiraladım, denizin dibinden sürdüm. Araba boğuldu. Yüzdüm karaya kadar. Yoruldum. Yürüdüm. Hızlı yürüdüm. Koştum. Asya’dan Avrupa’ya uçtum. Amerika’nın üstünden geçtim, evime döndüm. Dünyanın hali perişan, Afrika dahil. Her yer aynıymış dedim. Uyudum.

FOTOĞRAF

Fotoğraf çektirmek bir nevi ölümsüzleştirmekse anı, bir nevi de kendini bir zaman diliminde hatırlayıp işkence çektirmektir. 

KABUL ET

Kabul et, sen de artık tek gerçekliğe inanmıyorsun. Başka bir durum var ortada. Belli ki hissetsek dahi göremeyeceğiz. Rüyalarından ufacık bir şüphe duymuyor musun? Hiç acı çekmiyor musun? Yaşadığın dünyanın gerçek olmadığını söyleyen bir şeyler hissetmiyor musun? Bakıyorum da yansıyorsun sadece dünyaya kusurlarınla. Kendi gerçeklerin dilinde, ama yaşamında değil. Gökyüzünde. Ölünce başka bir yıldızda buluşmak dileğiyle.

DAĞINIK

Her çiçekte seviyor sevmiyor saçmalığını yaşamaya çalışmanın manası ki,  kuru geçer bazı baharlar. Bazen sevilen kişi seni iplemez bile. Çiçekler akıllarda kalmaz, uçurumların akıllarda kaldığı kadar. Dağınık kalsın unutulmuş caddelerin dükkan önleri, her şey dağınık kalsın. Toparlanmasın insanlar. Gizlenmek kalsın, büyütülen hayallerin ortasında. Yaşanmadan bırakmak kalsın içimizde bazı hatıralar. Köşelerde kalsın bazı fotoğraflar, ziyan duygusu ve iç savaş dokundurtmasın onları sana.

KLASİK ŞEYLER

Evin içi chopin, bach, liszt kokardı bazen. Pazar ve pazartesiyi sevmezdik, başları ve sonları sevmezdik aslında. Kopuşlar olurdu çünkü. Pazar günleri binilirdi otobüslere, hiç bir şey olmamış gibi pazartesi devam ederdi hayatlar. Biz sevmezdik işte.

SUS PAYLARI-1

Kendimden biraz daha uzaklaşıp uzun uzun düşündüm. Her şey olması gibi. Belki daha da kötü olabilirdi. Belki biraz daha iyi. Biraz zahmet etsem kendime, biraz daha uğraşsam daha ileri gidebilirim huzurlu olma konusunda. Ama uğraşmıyorum, bana pay edilene doğru yürümek daha haz verici. Etrafımda koşan insanlar görüyorum, zirveye doğru koşuyorlar. Kendi belirlediği zirvelere. Ellerinde bir önceki hedeften aldıkları bayraklarla yüzüme gülüyorlar. 

SUS PAYLARI-2

Bazen oturuyoruz bir yerlerde. ''Nasılsın?'' diye soruyor ‘’Bekliyorum, biraz huzurlu, biraz mutsuz’’ diyorum. ‘’Sen nasılsın’’ diyorum, ‘’Bende öyleyim’’ diyor. Halbuki elindeki bayraklara bakıyorum, rengarenk bayraklara. Nedenini sormuyorum, nedeni biliyorum. Nedeni bir takım toplumsal değerlerin, zirveye çıkarken paçasına yapışması olduğunu biliyorum. O değerlerin geveze değerler olduğunu, o değerleri her gün beyninin içinde hissettiğini biliyorum. Çocukken hayalini kurduğu şeylerin, o geveze değerler yüzünden tükendiğini, tükenirken eline birkaç oyuncak bayrak iliştirildiğini, bunun sus payı olduğunu biliyorum. Kendine sus payı. Zamanla kendine sus payı verilen insanlar tanıyorum. Öyle de güzel insanlar.


r.s. kaya









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder