20 Ağustos 2015 Perşembe

22- duygu durumlar


Dünyayı gezinirken ve yapmak istediklerimi kısmen dahi olsa yaparken, ya da yapmak istemediklerimi yaparken,  sahip olmak istediğim hiçbir şeyi tam olarak alamadım.  Gün içinde işyerinde, sokakta, kafede, arabada, yolda, insanların yanında veya insanlar olmadan tuhaf bir boşlukla oturuyorum. Etrafımdakilerin duygu durumunu izliyorum. Ellerinin, yüzlerinin hareketlerini izliyorum.İçlerindeki o heyecanlı başlangıçlarını veya onları heyecanlandıran kişilerin üzerlerinde yarattığı o tuhaf bekleme hallerini ister istemez görüyorum. Sonra o duygularından kopup apartmanların içlerine veya kalabalıklara kaçışıyorlar. Bu bende olmuyor. Duygu bende gelip geçmiyor. Saplanıyor. Hasar bırakıyor. Kalabalıklara karışmak değil benimki, aniden kalabalığın içinde olmak veya farkında olmadan bir taş beton yapının içine giriyorum.

          Kokular gidince, yani değişince anılarda değişir elbet. Bütün olaylar, ona dayanan olgular da. Fakat size hatırlatacak ama bir daha yaşanmayacak olan şeyler. Gömülemeyen anılar sahipsiz insan mezarlarını andırıyor. Önce kedere bağlanıyorlar, bulaşıcı değil diyorlar. Bir fotoğrafında görmüştün annen ve babanı. Henüz gençtiler. Gülümsüyorlardı. Kusursuz. Bir dakika sonra veya şimdiye kadar olacaklardan habersiz. Sonra bir fotoğrafını çekmiştim senin, elinde televizyon kumandası ile şarkı söylüyordun gözlerini kapatarak. O an senin omurganı kırıp sürükleyerek her yere götürmek istedim, çünkü anca bu şekilde yanımdan ayrılmazdın. Sen şarkıya devam ederken seninle aklımda tüm uzak doğuyu gezdim. Kucağımda Çin Seddine çıkardım. Kuala Lumpur da dev akvaryuma bakıp, çıkışta yağmura tutulduk. Kyoto da benzersiz tapınakları gezdik. Ama sen bana ne yaptın, Irak da bir meydan da  kanımı döktün. Avrupa da bir müze de parmaklarımı kırdın. Çözümü sorun yaptın.

           O kokular gitti. Koku ve anılar tamamen birbirine bağlıdır. Sadece yaşanıyor; tatsız, kokusuz, dilsiz, tensiz, sessiz ve sisli yaşıyorlar...

         ‘’Uyanın’’ diye bağırıyor sokakta yaşayan bir evsiz. Sokakta ve kafelerdeki  sohbetlerinden vazgeçmeyen insanlara bakarak, insanların pekte umurunda olmadan bağırıyor.  ‘’Uyanın artık dayanamıyorum, çok fazla nefret var, çok fazla, çok fazla ve acı, keskin uçlar var yanımıza kimseleri yaklaştırmayan, çok fazla acı, çok fazla yalnızlık var, çok fazla ihanet, tek başımıza ölüyoruz artık, her yer karanlık, çok fazla unutuluş var, çok çabuk unutuluş var, bu kin çok fazla, bu affedemeyiş, bu boşluk,  bu kan çok fazla ‘’  diyerek ve etrafındakileri silkeleyerek susuyor. Bir an insanlar duruyor. Bir an düşünüyor. En fazla 5 saniye. Sonrası yine aynı, hiçbir şey olmamış gibi kısık kahkahalar. Hiçbir şey yaşanmıyor. Kimse ölmüyor, kimse hissedilmiyor gibi. Sonra hiçbir şey öğrenmedim, ilgi göstermedim. Ne var ne yoksa terk ettim, eşyalar da dahil.



        
r.serhat kaya

16 Ağustos 2015 Pazar

21-günaydın



          Onun tanrısı seninki ile aynı mıydı. Birileri bir anda belirip seni hiç sigaradan fırlayıp üstüne düşen o anlamsız küllerden kurtardı mı. Zaman onunla iyi geçerken, o güzel duruyor muydu yanında. Ellerinin içine yüzünü hiç aldın mı. Eski insanlarını mı düşünüyordun yoksa onun yanında, hiç dalgınlık yaşamadan gözlerinden kopmadan, ellerini ayırmadan. Öyle kabiliyetlerin var mıydı.  Sadece acıktığın için bir şeyler yerken, karşında sana sevgi ile bakarken ve otururken veya anlamsız bir televizyon programı izlerken neden şu an bana sarılmıyor diye düşündüğün oluyor muydu peki. O sevginin içinde bunu neden düşünüyordun. Neden bu düşüncelerini yok edemiyordun. Oysa az sonra kalkıp yanına gelecek ve seni kollarıyla bir ahtapot gibi saracak. 


    Hiçbir kılıç kuşanmadan, hiçbir yasa çıkarmadan, hiçbir şeye meydan okumadan sadece otururken izle, yürürken izle. Ama içinden bunlar geçmiyor değil mi. Anlamsız bir şekilde neden çatladığını düşündüğün dar kaldırımlar da yer yüzünün cehennemi olabiliyor bir anda. Onlar kendilerini hiç bozmadan zamanla olaylarını atlatıp yeni hayatlarına sürüklenecekler, sonra hiç değişmemiş gibi bana görünecekler. Ben  ise belki de avını evinde bekleyen bir erkek aslan kibiri ile bu sonsuz döngüde bekleyeceğim. Hiçbir şey, hatta kendimin değiştiğini bile kabullenmeden bekleyeceğim. İşte bu kibirli ben, ne kadar saçma. Anlamsız. Niteliksiz. Hedefsiz. Zamanın tik taklarının içimden geçtiğini anladığım bir gece vakti, her şey, elimden bir anda düşen ve yerde tuz gibi olan bardağa baktığımda, karşıma çıktığını anladığım o kibirli ben ile hiçbir zaman doğru düzgün konuşamayacağım ve yaşayamayacağım.

r.serhat kaya