Yeşil kadife koltuğun üzerinde, dizlerini karnına çekmiş,
sol kolunun üzerinde uyuyordu. Kucağındaki kitap yere düşmüştü. Farkında
değildi. Okuduğu kitabı yerden alıp masanın üzerine koydum. Koltukta uyumak bir
nevi bilinçli şekilde bayılmak. Üzerimdeki hırkayı çıkarıp üzerine örtüyordum
ki birden gözlerini açtı, tekrar dirilmiş gibiydi.
Ama
uyanmıştı ve hala üşüyordu. Yemek yemek isteyip istemediğini sordum. Fark etmez
diye mırıldandı. Ayağa kalktı ve yavaş yavaş aynanın önünde doğru yürüdü.
‘’Biliyor musun, sabah ağlarken aynanın karşısında
kendimi izlediğimi fark ettiğim için bir an kendime delirip delirmediğimi
sordum, sonra birden üzüntüm sakinledi. İnsan kendisiyle böyle yüzleşmeli.’’
Üzerindeki t-shirt küçük geliyordu, eşofmanı mavi renkti.
Sigarasının bittiğini fark etti. Bende de yoktu. Ve kollarında iğne izleri.
-Bebeğim sigara almaya gider misin? Yanına da ekmek alırsın? Masadaki kitabı
aldı. Hangi sayfada kaldığını hatırlamaya çalışıyordu. Sayfa sayfa aradı ve
sesli okumaya başladı.
‘’Böylesi bir
duyguyu anlatmama olanak yok. Karşıma çıkan her şey yetersiz. Soluduğum her şey
yetersiz. Dalgalar, adalar, mekanlar, sevgiler yetersiz. Suların tadı yetersiz.
Günlerin uzunluğu yetersiz. Haftanın günleri yetersiz. ‘’ *
Sonra elindeki
kitabı tekrar masanın üzerine koydu. Bana döndü.
‘’Şimdi
aklıma geldi de, yıllar sonra onunla tekrar karşılaştığımızda her şeyi
alelacele ona anlatmaya, onun sevdiği şeylere daha fazla yakınlık duyduğumu
ispatlamaya çalışıyordum. Hızlı hızlı, Her şeyi o kadar hızlı onun için
yaptığımı ispatlamak istiyordum ki her şey yine birbirine girmişti. Ama içimde
asla ona dair hiçbir şey kalmamıştı, hatta hiçbir şey hissetmiyordum. Yalnızca
konuşuyordum. Sonra bir sessizlik oldu. Hissedemediklerimin üstüme bindiği bir
sessizlik. Bizim resmimizi yapmak için bir ressam karşımızda oturuyormuş da,
sanki bizde onun için bir model olarak sandalyede yerlerimizi almışız gibiydi. Sonra
kendimi ona değil şırıngaya bağladım. Kendime kızmıyor değilim. Kendimden artık
eskisi kadar emin de değilim. ‘’
Acımıyor,
tepki vermiyor, merak etmiyor, sinirlenmiyor, acelesi yok, çok çok yavaş
kıpırdanıyor. Elinde plastik saplı bıçağı tutarken diğer elinin parmak uçlarını
kesmek geliyor aklına, parça parça kendinden çıkıyordu, elindeki plastik saplı
bıçak yere düştü üzerinde domates parçacıkları. Ambulans deliren insanları
kurtarmaya sirenleri çalarak, yolları ikiye ayırarak gelmiyordu. Herkes içten
içe çığlık çığlığa. İstemeyerek geçiyordu hayatından, ülkenin yavanlığından ve
sıradan insanların hapsolduğu boşluktan.
Ama ülkenin tam ortasından derin bir fay hattı kadar tehlikeli, felaket yüklü
insanlar da geçiyordu. İçeride yaşayanları o derin çatlaklara iterek hem de. Şimdi beni
bir sinemaya götür, belki yarısında çıkarız. Sonra birden yağmur yağar. Sonra
birden güneş açar. Belki de bunların hepsi berbat bir edebiyat halidir. Çünkü herkes
eninde sonunda cebinden anahtarlarını çıkarıyor ve o gün ne gördüyse, ne
konuştuysa unutmak istercesine kendi duvarlarının içine çekiliyor.
‘’-Sadece sigara ve ekmek mi alayım?’’
‘’-Evet. Anahtarlarını unutma.’’
r.serhat kaya
* tezer özlü/yaşamın ucuna yolculuk