30 Ocak 2015 Cuma

20- derimin altındakiler



-derimin içine hapsedilmiş gibi hissediyordum. Sanki bir kaç soruyla, bir kaç hesaplaşmayla o beni saran derimi üzerimden atacak ve başka biri olarak yaşamaya devam edecektim. Ama hayallerin bir o kadar da derimin içinde barındırdığım düşüncelerimden ibaret olduğunu ve bir isteğin elde edilince hiç bir çekici tarafı kalmayacağını da biliyordum. Sadece ‘’Bu düşünceden de kurtulacağım.’’ düşüncesiyle girilen her yol, bizi cezbeden her istek, kişiye farklı mekanların gölgesinde yürümesini sağlıyordu. Yoksa gerçeklerin hiç ama hiç bir değeri yoktu. Önemli olan bir şeyleri üzerinden atıp kurtulmaktı. Bir şeyleri derinden attığın ter gibi, beyninden attığın her düşünce seni sadece bir süre rahatlatıyordu. Asıl içsel yıkılış ve diriliş kaynaklarının zaman ve mekan değişiminden olduğu es geçilemez bir gerçekti. Ve biz bunların bilincine varmak için zaman ve mekanın tükenmesi gerektiğini bilmiyorduk. -

Erkan Oğur, Bir Sevda Şarkısı'nı seslendiriyor. Dünya diyorum bazı bağlamaların, bazı sanatçıların enstrümanlarının perdeleri ve nefesi arasında. Sokaklar o şarkının durağanlığı içerisinde. Aklımdan bir markete giriyorum, en düzenli raf hangisiyse oradaki ürünleri alıp başka yerlere koyuyorum. Görevliler sinirli gözlerle bana bakıyor. Ben utanmıyorum. Artık nereye gittiğimi bilmiyorum, nerede durduğumu. Ne düşündüğümü, ne yemem gerektiğini. Bundan sonra ne olacağımı bilmiyorum. Neler kaçırdığımı, dokununca neler hissettiğimi  bilmiyorum. Güzel bir sahne: yağmur altındaki kurban. Sadece önüne bakıyor. Ve sadece yatağını özlüyor. O, akşama kadar kendisi için hiçbir şey yapmadıktan sonra, içine girip soğukluğunu hissettiği yatağı. Köy evindeki o ağır yorganını ve sert yastığını özlüyor. Oysa sırtını dünyaya dönmüş uzaklaşıyordun. Birden yabancılaştın.  Birden sohbet bitti. Kahkaha eksildi. Muhabbetini özlediğin,  yanında var olduğunu, yaşam için bir şeylere dokunduğun insanlar veya duygulardan uzaklaştığını gördün. Filmlerde olduğu gibi abartılı, dramatik ve tesadüfiliğin asla kucaklanamayacağını öğrendiğin an. Camlar buz tanecikleri gibi yerde. Kan izleri avucunda. Her zaman birileri ilk o zevk alarak yediğin elmanın içine zehir koyar, derin bir uykuya dalarsın, birileri seni uyandırmak için öper ve sonunda bazı anları, o zehirli elmayla bütün olduğun anları, unutursun. Belki deliydi, ama onun deliliğini anlayabiliyordun. Ona katlanabiliyordun, belki sadece ona taviz verme hakkın vardı. Olmak istediğin yerlerden uzaklaşmıştın. Belki de sadece öldüğünde olmak istediğin yere gideceksin. Kim bilir. Birilerini özlüyorsun sana dokunmayan birilerini hayalinde olan ama yanında olmayan birilerini, belki hiç tanışmadın, belki biraz tanıdın ve kaçtın. Anlatamadın. Sahi gerçek anlamda kendini anlattın mı birilerine. Gerçek anlamda içindeki kötüyü dökebildin mi veya içindeki o saf kırılgan iyiyi.  Ama bunlar önemli değil, zaman geçiyor. Aynı Erkan Oğur’un eserleri gibi yumuşak, soyut, bazen bir bölgesin hiç çıkamadığın, bazen derinin altındaki sen. Sen diyorum, kim bilmiyorum. Bir kadınla tanıştım o kadar güzel gülüyordu ki, beraber saçmaladık.Tanımak için uğraşmadım belki de. Çünküsü yok, geçmişte de alışamamıştım. Ellerimi hiç sevmiyorum diyor, hırslanınca tırnaklarını kollarına saplıyor. Hiç beğenmiyorum kendimi diyor, hiç beğenmiyorum. Sağ ol diyor, katlanabildiğin için, diyor, sağ ol. Beni güldürüyorsun diyorum, beni içten güldürüyorsun, yoksa nasıl katlanır insan insana. O zaman daha dikkatli bakıyorum bazen ona. Bazen kendimi görüyorum. Bazen yalnızca onu. Ne fark eder ki diyorum, ben de bazen onun gibi kendime katlanamıyorum. Ben diyorum ucu belli olmayan bir çöl. Ben diyorum ucu belli olmayan gök.  Paçalarımdan çıkıp asfalta karışmak için yere bakıyorum. Hızlı hızlı yürüyorum, istemeden zamana ayak uyduruyorum. Sağa sola bakmadan geçiyorum. Kendime bile bazen inanamıyorum. O zaman diyorum yanımda ne varsa daha çok sevmeliyim. Daha çok yanımda olmalı. Daha çok ilgilenmeliyim. Geçmiş umurumda değil. O heyecan umurumda değil. O kuru gürültü. Yanımdakiler hala yanımda, yanımda olanlar değişiyor. Bazı şeyler tek başına yapılması gerekiyor. Yoksa hayat denilen şeyin değiştiği dışarıdan fark edilmez. İçinin içine, tek başına, kendi iradenle girilmeli.  tek başına olmazsa içinin içine işlemiyor. Gülemiyorsam hiçbir şey fark etmiyor. Bıkmadın mı hala? Diyor. O kadar çok bıkılmış ki içinden geçenleri yaptığı ve söylediği için. Bıkmadım diyorum. Bıkamam. Çünkü olması gereken bu. Bir ölçü birimi olmamalı diye düşünüyorum. Olursa küstahlık olur. Olursa bencillik olur. Olursa karşındaki insan, insan değil sadece dilini bildiğin bir şey olur. Gözünün önüne gelen, sesini duyduğun ama sana dokunamayan bir şey.  Sizin o uğraştığınız berbat işlerin içine tüküreyim, o bomboş gevezeliğinizin. Bu boşluğu düşündükçe boğazım iltihaplanıyor, gözlerim puslanıyor. Zavallı zavallı işlerinize, onaylamadığım gibi, dayanamıyorum da. Hayatımın bir Katolik mezarlığı kadar sessiz olmasını istiyorum. Ama kuru bir şekilde bağırıyorlar, heyecanlılar, sakin olamıyorlar. Gerçeklik gibi hareket etmeseler bile, kalmaya çalışmıyorlar.


r.serhat kaya

12 Ocak 2015 Pazartesi

Sokak lambası

Akşam karanlığında 
Yüzüne doğru acelesi varmış gibi
Sarılmak istiyormuş gibi
gelen kar taneleri...
Herşeyin suçlusu karmış gibi
Yumuyorsun gözleri 
Herşeye inat !
Merak edip geleceği
Kaldırıyorsun kafanı 
Bir sokak lambasına
Takılıyor gözlerin 
Özeniyorsun duruşuna, gücüne, sadeliğine
En çok da yanmasına,
Bir hedefi olmasına 
Bir anlığına 
bir sokak lambası oluyorsun.
Gözlerini kapatıp açtığında 
Onun yerinden bakıyorsun.
Bu sakinlik bile sana yeter...
Oysa az önce
sana doğru gelen kar taneleri 
Ondan kaçıyormuş meğer.