9 Mayıs 2014 Cuma

Ben ,O ve Libya'lının Mutluluğu

-Nasıl beğendin mi ?
-Yani güzel.
-Yani ? 
-Ya içim karardı böyle hep mutsuzluk hep aldatılma falan.
- Mutlu olduğum zamanları mı yazsaydım ? 
- Evet olabilirdi, aşkın güzel yanlarını yada hayata çift elle sarılmalı falan... Ne bileyim. Seni tanıyorum çünkü bu kadar mutsuz bir adam değilsin . 
- Haklısın ona bir sözüm yok ancak mutlu olduğun anları yazmak bir gösteriş gibi geliyor daha çok . Nispet yapmak gibi .
- Ne kadar hastalıklı bir düşünce . 
- Bir o kadar da doğru ama . Mutsuzluk hepimizin hayatının bir parçası ama mutluluk daha anlık ve daha ulaşılmaz değil mi ? 
- Neyse oturmuş neleri konuşuyoruz burada . Benim gitmem lazım.
- Yeni yazdıklarıma da bakacak mısın ? 
- Eğer mutluluğu anlatacaksan okurum. Ama şimdi gitmem lazım .

Ve gitmişti. Arkasından odasının kapısını kapatmıştı. Hiç cam olmayan kapılar var ya onlardandı. Artık iyice artmıştı sayısı gitmelerinin ve her zaman kendisi olarak dönmüyordu. Bu tedavi dedikleri sanırım yavaş yavaş etkili olmuştu. Odama geri döndüm bende. Komşu yatakta Sedat abi yine uyuyordu. Günün 23 saatini uyuyarak geçiriyordu . Hiç sesini duyduğumu hatırlamıyorum. Sigara da içmezdi. Uyanık olduğu bir, bir buçuk saat içinde de zaten camlı odaya giderdi. Sonra geri gelir yatağa usulca girer. Işık açıksa ışığa yavaşça bir bakış atardı, rahatsız olduğunu belirtir bir şekilde. Yorganını çekerdi nefes alacak yer bile bırakmadan. Tüm dünyadan izole olmuştu artık. Bir yorgandan kalkan yapabiliyordu. Her şeyden herkesten uzaklaşıyordu. Normalde benimle beraber kalan arkadaşların tüm hayat hikayelerini bilirdim. Bir nevi buranın rütbelisi sayılırdım. Yeni gelenleri hep yanıma yatırırlardı. Alışma süreçlerinin benimle geçirsinler diye.  Bende herkes ile iyi anlaşırdım. Bir tek Libya'dan gelen dışında.Adını bile söylemedi bana. Ama hakkında her şeyi biliyordum. Bazen bana emirler veriyordu. En nefret ettiğim özelliğiydi zaten. İlaçlarını alma, boşver onunla konuşma gibi. Bazen çok fena küfür ediyordu, önüne gelen herkese, kimse bir şey demiyordu ama ona , nedense. Bizim oynadığımız oyunlara daha dahil olmuyor ama sürekli yanımda durup saçma saçma yorumlar yapıyordu. Bazen mantıklı şeylerde söylüyordu tabi. Ama hiç bir zaman onun hakkında konuşmuyordu. Sanırım biraz olsun ona gösterdiğim ilginin farkındaydı ve saygı duyuyordu buna. 
Mavi kaplı ajandamı çıkardım ve kalemimi. Düşünmeye başladım; mutluluk , mutlu olduğum anlar , mutlu olmak için yapılanlar vs... Yok hiçbir şey gelmedi aklıma. Yan odada kalan Adile vardı ona sormayı düşündüm.Hep mutluydu o . Rengarenk giyinirdi. Beni de severdi hem. Kalktım koridorda yanına doğru giderken Libyalı çıktı karşıma yine. Ağzında sigara. Sigara içmek koridorda yasaktı ama ona kimse bir şey demiyordu . Sanırım devlet ajanı falandı ya da çok korkuyorlardı ondan. Ben hiç korkmuyordum ama .
- Boşver o salağı dinleyip ne yapacaksın,
- Ya çekil sanane . Hem öyle deme Adile benim arkadaşım. 
- Oğlum sen salak mısın ya önceki arkadaşım dediklerini görmedin mi sana ne yaptılar ? 

Bir şey diyemedim. Haklıydı. 

-Adile'ye bir şey sormam lazım. 
- Mutluluk mu ?
- Evet sen nereden biliyorsun ?
- Odada sayıklıyordun ya .
- neyse çekil önümden .
- Onu mutlu mu zannediyorsun? Numara yapıyor o buradan çıkmak için. Sonra gidecek yine önüne gelen ile yatacak. Bildiğin orospu lan o. 
- SUSSSSSSSS !!!!!! Çok yüksek çıkmıştı sesim . Koridordakilerin hepsi bana bakmıştı. Beyazlar içindeki birkaç hasta bakıcı ve hemşire bana yönelmişti. Onlara döndüm ; 
- Tamam , tamam özür dilerim .
Koridor boşaldı yinede ben, Libyalı ve İri yarı Hasta bakıcı kaldık. Hasta bakıcı baya uzaktaydı ama.
Çok sinirlenmiştim Libyalı da farkındaydı bunun. Kontrol ettim kendimi. Mutluluk dedim içimden. Mutluluk yazmam lazım.
- Senin, benim ve burada ki herkes için mutluluk sadece o yaptıkları iğnelerin içine saklı . Yoksa bizi burada niye tutsunlar ??? Mutluluk burada değil dışarıda olsa şu ilerde ki parmaklıklı kapı niye var zannediyorsun. Peki dışarı ile buranın farkı ne ha !! Sadece o iğneler ve ağzına soktukları ve yuttuğunda emin oldukları o haplar dışında? 
- Lütfen sus ve çekil önümden. (daha sessizdim bu kez ) 
- Benim susmam neyi değiştirecek ?
Buradan sonra konuşmaya devam etti ancak ilerden o geliyordu. Tedavisi bitmişti sanırım . 
- Ona bakıyorsun demi beni dinlemiyorsun .
 El salladım. Karşılık vermedi .Seslendim yine karşılık vermedi .
- Bak işte ne dedim sana . 
- Sen karışma bak .
- Dedim ya susmam hiç bir şeyi değiştirmeyecek . Bak sen bir hiçsin kimsenin umurunda falan değilsin .Oda sadece zaman geçirdi seninle. 
- Yeter artık , yeter seni çekmem mi lazım . Defol git buradan amınakoduğumun çocuğu . Pezevenk herif .Siktir git tekrar Libya'ya. Bu sefer ilk seferden daha çok bağırmıştım . Hasta bakıcı ve hemşireler bana doğru yönelmişti. Sakin olmam lazımdı .Ama o hala karşımda bana bakıp sırıtıyordu. Dayanamadım , dayanmak istemedim.
- Burada bekle geliyorum şimdi .Şerefsizin çocuğu . 
- Tamam tamam buradayım kalemini defterini alda gel .

Yatağın altından kalemimi aldım . Büyük bir hızla koşmaya başladım libyalının üstüne. Koridorda durdular beni . Kollarımdan ve bacaklarımdan tuttular. Direndim. Küçük bir yanma hissettim sonra. Direnmeye devam ettim .Sonra bir yanma daha uyluğumun ön yüzünde . Sonra direnemedim, her yerim uyuştu yavaşça ve bıraktım kendimi. 

Uyandığımda , her şey aynıydı Sedat abi yorganın altında. Libyalı camın kenarında. Başka kimse yoktu . Uyuduğum süre boyunca mutluluk ile ilgili rüyalar gördüm.Ne yazacağıma karar verdim. Ama önce onu görmem gerekiyordu. Yok yok önce yazıp sonra onu göstermem gerekiyordu. Kalemimi bulamadım. 
Almışlardı. Hemşirenin yanına gittim. Rica ettim. Yanında yazmama izin verdi. Dedim ya rütbeliyim. Küçük bir kağıt parçasına bir şeyler karaladım. Teşekkür ettim. Hemşire bir şey demedi .Gazetesine döndü. Okuduğu yere gözüm takıldı. Ev ilanlarına bakıyordu. Onun adına mutlu oldum. Muhtemelen evleniyordu. 
Ama o ,o kadar da mutlu gözükmüyordu. 
Her şeyi düşünmeyi bıraktım hızlıca odasına gittim. Kapı yarılanmıştı. Hafifçe vurup odaya girdim. Kesin çok beğenecekti bu yazımı. Hem bu daha karalama gibiydi beğenmezse yenisini yazar getirirdim.  
İçerisi bomboştu ,gitmişti. Hemşireler dün son gün tedavisini aldı , babası aldı götürdü dedi. 
Sakin kalmam lazımdı. Sakin olmalıydım. Libyalı da sesini çıkarmadı. Odama gittim . Elimde üstünde onu anlatan bir notla kalmıştım. Bana mutluluğu anlatan bir şey yaz diyen kadına onu anlatan bir not yazmıştım. Bence çok romantikti en azından o anlık için. Şimdi ise çok çocukça geliyordu. Kağıdı buruşturup çöpe attım. Odama gittim. Libyalı haklıydı. Kimsenin umurunda değildim. Sedat abi gibi yattım o gün ve ondan sonra. İyileştin dediler saldılar beni bir hafta sonra. Anlaşılan Sedat abiyi hasta yapan hareketler beni iyi yapan şeylermiş. 
Çıkar çıkmaz bir et dürüm döner yedim. Eti bol. İki de ayran içtim. Üstüne bir çay içtim kahvenin birinde ,sigaranın en kalitelisi ile. Sonra kalacak bir otel buldum. Küçük bir odada sadece yatak ve lavabo birde masa vardı. Pazardan aldığım kalın ipi, yine yeni aldığım çamaşır telinin etrafına doladım güzelce. Yukarıdaki lambayı söktüm. Masa lambasını açtım. Boynumu geçirdim ipe. Sonra altımdaki banyo taburesini itekledim. 

3 Mayıs 2014 Cumartesi

17-karaya vurmuş balinalar


Seni hatırlıyorum, seni görmeden yıllar önce tanımıştım seni. O zaman saçlarım uzundu. Bir canavara dönüşmemek için dolunaydan kaçıyordum. Cafe’de bir masada oturuyordun. Cilalı masayı parmak izlerinle kirlettin. Sen bunları bir kabus olarak görüyorsun. Ben ise bir Fransızın sahnesinde kendini hikayeleştirmeye çalışması gibi görüyorum. Sanki aniden toz olacaksın ve hikayen bitecek.Elindeki fotoğrafa bakıyorsun ve sanki gökyüzünü yükselecekmiş gibi kollarını yukarı kaldırıyorsun. Bu hoşuna gidiyor, gülümsüyorsun. Bu gülümsemeyi biliyorum. Saçların yanaklarını göstermeyecek kadar uzun, masanın üzerine dağılıyor. Fark edemediğin kadar zarifsin, ama iddia ettiğin kadar kadın değilsin.


Seni hatırlıyorum. O zaman saçların kısaydı. Sırtında bir çanta vardı. Kalabalığın ortasında etrafına bakarak yürüyordun. Kulağındaki kulaklıkta Joe Satriani çalıyordu. Sadece insanları görmek istiyordun. Duymak değil. Hong Kong’un ara sokaklarında köpek etlerine inen satırları görüp şaşkınlıkla bakıyordun. Fotoğraf makineni çıkardın, kasap sana çizgi gözleriyle gülümsedi. Sen gülemedin. Onlar için uzun yaşam ve proteindi. Aklına oturduğun mahalledeki sokak köpekleri geldi. Bir an duraksadın. Herkes sana bakmaya başladı. Kalabalığın içinden hızlı adımlarla otele geri döndün. Otelin parlak zemini seni rahatlattı. Kulağında Evgeni Grinko’nun Vals’i çalıyordu ve sen hemen oradan gitmeye karar verdin. Bir yerde fazlasıyla durmak bilmediğin bir sebepten dolayı canını sıkıyordu. Gözlerin aynı olana bir türlü alışamıyordu.

Seni hatırlıyorum. Ara sokakta bir kaldırımda oturmuş sigara içiyordun. O zaman Bern sokakları güzelliğiyle seni yutmuş gibiydi. Ayakkabılarını çıkarıp ayağa kalktın ve yol boyunca Aare nehrine kadar yürüdün. Nehire giren yaşlıların mutluluğuna tebessümle baktın. Onlar da sana el salladılar. Nehre daha dikkatli baktın. Yüzmek istedin ama vücudun yaşlıların ki kadar soğuk değildi. Bir an bir tanesinin boğulabileceği bile aklına geldi ama o huzurlu yerde öyle bir ölümün bile huzurlu olduğunu düşündün. Suyun kenarına iyice yaklaşıp çiçek desenli eteğini topladın, oturdun ve ayaklarını içine soktun. Uzanıp gökyüzüne baktın, baharın uyumuna, mavi ve yeşilin arasındaki o ince çizgiye, ve tahta evlere. Orada bir tanesinde yaşama isteğini içinde gezdirdin.

Seni hatırlıyorum. Sibirya ekspresine binip binlerce kilometre kaçırılmak istiyorsun. Diğer vagonda keman sesleri geliyor. Ve önünde Baykal Gölü. Tren duruyor ve dışarı çıkar çıkmaz öksürmeye başlıyorsun. Oksijen nikotinli ciğerlerini dilim dilim kesiyor. Uzun uzun bakıyorsun gölün etrafına. Su kendini izletiyor. Uzakta olmak, yakında düşünmekten daha doğru diye düşünüyorsun. Burnun akıyor, gözlerinin içi üşüyor ama aldırmıyorsun. Ağlamaya başlıyorsun bu uzaklığın ve soğuğun üzerine. Nedensiz. Sonuçsuz. Kimsesiz. Bu sefer gözyaşların üşüyor. Eldivenin içindeki ellerin üşüyor. Dokunmuyorsun. Tanışmak isteyen meraklı gözlere meraksız bakıyorsun.


Artık hareket edemezsin. Onlar için ileri gidemezsin. Kendi kendini yasaklattın. Seyretmek lanetin oldu. Vücudunu dayadığın her şey biraz daha çürüdü. Kayalar birbirinden ayrıldı, taşlar ufalandı. Kum gibisin. Milyonlarca. Milyarlarca. Zarar görmüyorsun. Bulaşıp gidiyorsun. Yalnızca dekoru değiştirdin, durumu değil. Şimdi kitaplar karıştırıyorsun güçsüz güneşler altında, etrafı seçmeden gözlerinle duygularınla çeviriyorsun başını sağa sola. Yaşadığını hissetmen için kelimelere ihtiyacın var.  Zaman çok geç, parmaklıkları büküp çıkamazsın. Böylede devam edemez. Ama ilginç bir şekilde devam ediyorsun. Hiçbir şey olmuyor. İleri gidemiyorsun. Geriye dönemiyorsun. Aklın dümdüz bir ova gibi. Ama ileride Çingenelerin dans ettiği bir ova. Gülümsemenin bir süre sonra acı verdiğini, uyumu başaramayacağını düşünüyorsun. Aklının içindeki harekete, düşüncelere hayat yetmiyor. Bu yüzden bir şeylerle uğraşamıyorsun. İçeridesin hep. Bezen kemiğin yokmuş gibi yatıyorsun. Ama dışarıda da bir şey olmuyor. Kabullenmen gerekiyor. Sonun tonlarca su yutup okyanuslar geçen ve daha sonra sahile vuran bir balinadan farklı olmayacak. 

r.serhat kaya