3 Mayıs 2014 Cumartesi

17-karaya vurmuş balinalar


Seni hatırlıyorum, seni görmeden yıllar önce tanımıştım seni. O zaman saçlarım uzundu. Bir canavara dönüşmemek için dolunaydan kaçıyordum. Cafe’de bir masada oturuyordun. Cilalı masayı parmak izlerinle kirlettin. Sen bunları bir kabus olarak görüyorsun. Ben ise bir Fransızın sahnesinde kendini hikayeleştirmeye çalışması gibi görüyorum. Sanki aniden toz olacaksın ve hikayen bitecek.Elindeki fotoğrafa bakıyorsun ve sanki gökyüzünü yükselecekmiş gibi kollarını yukarı kaldırıyorsun. Bu hoşuna gidiyor, gülümsüyorsun. Bu gülümsemeyi biliyorum. Saçların yanaklarını göstermeyecek kadar uzun, masanın üzerine dağılıyor. Fark edemediğin kadar zarifsin, ama iddia ettiğin kadar kadın değilsin.


Seni hatırlıyorum. O zaman saçların kısaydı. Sırtında bir çanta vardı. Kalabalığın ortasında etrafına bakarak yürüyordun. Kulağındaki kulaklıkta Joe Satriani çalıyordu. Sadece insanları görmek istiyordun. Duymak değil. Hong Kong’un ara sokaklarında köpek etlerine inen satırları görüp şaşkınlıkla bakıyordun. Fotoğraf makineni çıkardın, kasap sana çizgi gözleriyle gülümsedi. Sen gülemedin. Onlar için uzun yaşam ve proteindi. Aklına oturduğun mahalledeki sokak köpekleri geldi. Bir an duraksadın. Herkes sana bakmaya başladı. Kalabalığın içinden hızlı adımlarla otele geri döndün. Otelin parlak zemini seni rahatlattı. Kulağında Evgeni Grinko’nun Vals’i çalıyordu ve sen hemen oradan gitmeye karar verdin. Bir yerde fazlasıyla durmak bilmediğin bir sebepten dolayı canını sıkıyordu. Gözlerin aynı olana bir türlü alışamıyordu.

Seni hatırlıyorum. Ara sokakta bir kaldırımda oturmuş sigara içiyordun. O zaman Bern sokakları güzelliğiyle seni yutmuş gibiydi. Ayakkabılarını çıkarıp ayağa kalktın ve yol boyunca Aare nehrine kadar yürüdün. Nehire giren yaşlıların mutluluğuna tebessümle baktın. Onlar da sana el salladılar. Nehre daha dikkatli baktın. Yüzmek istedin ama vücudun yaşlıların ki kadar soğuk değildi. Bir an bir tanesinin boğulabileceği bile aklına geldi ama o huzurlu yerde öyle bir ölümün bile huzurlu olduğunu düşündün. Suyun kenarına iyice yaklaşıp çiçek desenli eteğini topladın, oturdun ve ayaklarını içine soktun. Uzanıp gökyüzüne baktın, baharın uyumuna, mavi ve yeşilin arasındaki o ince çizgiye, ve tahta evlere. Orada bir tanesinde yaşama isteğini içinde gezdirdin.

Seni hatırlıyorum. Sibirya ekspresine binip binlerce kilometre kaçırılmak istiyorsun. Diğer vagonda keman sesleri geliyor. Ve önünde Baykal Gölü. Tren duruyor ve dışarı çıkar çıkmaz öksürmeye başlıyorsun. Oksijen nikotinli ciğerlerini dilim dilim kesiyor. Uzun uzun bakıyorsun gölün etrafına. Su kendini izletiyor. Uzakta olmak, yakında düşünmekten daha doğru diye düşünüyorsun. Burnun akıyor, gözlerinin içi üşüyor ama aldırmıyorsun. Ağlamaya başlıyorsun bu uzaklığın ve soğuğun üzerine. Nedensiz. Sonuçsuz. Kimsesiz. Bu sefer gözyaşların üşüyor. Eldivenin içindeki ellerin üşüyor. Dokunmuyorsun. Tanışmak isteyen meraklı gözlere meraksız bakıyorsun.


Artık hareket edemezsin. Onlar için ileri gidemezsin. Kendi kendini yasaklattın. Seyretmek lanetin oldu. Vücudunu dayadığın her şey biraz daha çürüdü. Kayalar birbirinden ayrıldı, taşlar ufalandı. Kum gibisin. Milyonlarca. Milyarlarca. Zarar görmüyorsun. Bulaşıp gidiyorsun. Yalnızca dekoru değiştirdin, durumu değil. Şimdi kitaplar karıştırıyorsun güçsüz güneşler altında, etrafı seçmeden gözlerinle duygularınla çeviriyorsun başını sağa sola. Yaşadığını hissetmen için kelimelere ihtiyacın var.  Zaman çok geç, parmaklıkları büküp çıkamazsın. Böylede devam edemez. Ama ilginç bir şekilde devam ediyorsun. Hiçbir şey olmuyor. İleri gidemiyorsun. Geriye dönemiyorsun. Aklın dümdüz bir ova gibi. Ama ileride Çingenelerin dans ettiği bir ova. Gülümsemenin bir süre sonra acı verdiğini, uyumu başaramayacağını düşünüyorsun. Aklının içindeki harekete, düşüncelere hayat yetmiyor. Bu yüzden bir şeylerle uğraşamıyorsun. İçeridesin hep. Bezen kemiğin yokmuş gibi yatıyorsun. Ama dışarıda da bir şey olmuyor. Kabullenmen gerekiyor. Sonun tonlarca su yutup okyanuslar geçen ve daha sonra sahile vuran bir balinadan farklı olmayacak. 

r.serhat kaya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder