‘’Bu şehri özel kılan sence nedir
?’’ diye sormuştu arkadaşım o gece.
Etrafımızda yaklaşık yüz kişi sanki örgütleşmişcesine bira içiyorduk. Bizi
tanıyanlar uzaktan bir merhaba çekiyordu, sanki
‘’bizde aynıyız işte’’ der gibilerdi.
Basit konular geçiyordu aklımdan. Kendi kendime yarın ki işlerimi sıraya
sokmaya çalışıyordum. Öğrenmem gereken şeyleri düşünüyordum. Önümdeki küçük mısır
sepetinden en büyük mısırları seçiyordum. Havadan sudan derler ya. O hava ve
suyu biz buralarda göremiyorduk. Bir düşünün öyle konuşuyorduk işte. Zamanın bu
şekilde geçmesi daha güzel geliyordu. ‘’Basit, sıradan, büyük bir şehir’’
dedim. ‘’ Özel kılan nedir diye
sormuştum’’ dedi. ‘’Bence güzel balkonları olan her yer özeldir. Bir de zaman
geçer olsun yeter, başka özel bir şey aramıyorum‘’ dedim. Sıradanlığı bozmamak için derine inmek
istemiyordum. Bir şeylerin farkına varıp kendime iç dönüşleri yapmayı da istemiyorum.
Galiba artık kurcalamıyorum. Canımı sıkıyor. Çünkü artık harekete geçerek
buluyorum bulunması gerekenleri. Saniyelerin nabzını
tutuyorum boşa geçmesin diye. Buna ne denir bilmiyorum.
‘’Ben bu şehri havaalanına benzetiyorum,
hani bir yerlere gitmek ister ya insan hayatını kurmak için, beklersin,
beklersin, sonra biner gidersin ya, işte o havaalanı sanki bu şehir. Havası
daima uçmaya müsait değil, uçak rötar yapıyor ve sen bu alana alışıyorsun.
Bekleyen diğer kişilerle arkadaşlık ediyorsun, dost oluyorsun, sevgili
oluyorsun. ‘’ diye atıldı birden.
Olduğum yerde kendime pay biçtim. Güzel bekliyordum
bende. Bunları bilmek o an zevkliydi. Ve
yine güzel güzel inanıyorduk her şeye. Mekanlara, hiç bitmeyecekmiş gibi
sanılan gecelere. Hiç geçmeyecek, geçince hiç hatırlamayacakmış gibi geliyordu pul
pul dökülen güzel anılar.
‘’Sonra o beklemenin tadı
damağına ölene kadar yerleşiyor ve çıkaramıyorsun. Gitmek ve kalmak arasında sen
gidip geliyorsun. Tıpkı değişik bir hikayesi olduğunu zannettiğin yol arkadaşı
gibi. Hani hikayeyi hep anlıyorsun, hep onaylıyorsun, hep bir yakınlık duyuyorsun ya öyle işte.
Aslında bu şehri sen öyle dinliyorsun. Gittiğinde ise, başka yerlere başka
hikayelere, hayatlara giriyorsun ama gelip inatla bu şehire anlatmak
istiyorsun. Sanki sadece bu şehir seni dinleyecekmiş gibi geliyor. Sanki
yalnızca bu şehir seni yargılamaz, sorular sormaz, cevaplar istemez gibi
geliyor. İşte bu şehir böyle bir havaalanı gibi, kanatlarını takıp uçmak için
sıraya girmiş sıradan insanlarla dolu. Bu şehri güzel yapan dostum, bekleyen
insanların vazgeçemediği hayalleri. Ama
gitmeler, gidip de geri dönmemeler, dönmek isteyip de dönemeyenler, döndüğünde
hep duygularına yenik düşeceğine inanlar var ya dostum, o işte ayrı bir konu.’’
Uzun uzun düşündük sonra
kendimizi, oturduğumuz yerde bir yerlere gittik, yine olduğumuz yere döndük. Artık bize ağzımızı ömür boyu
kapatacak, o hayali balkonlarda bizi üşütmeyecek bir atkı gerek. Bir eldiven
gerek, insanlara dokunduğumuzda hissettirmeyecek. Bize aslıda doğru, yanlış,
mutluluk kavramlarını hissettirmeyen yeni bir lisan da gerek. Ama bu durup
durup beklemeler var ya işte, o nerede başlıyor asıl onu bilmek gerek. Acaba
başladığımızda da yine bir şeyleri mi bekliyoruz, olduğumuz yerde aslında
başladık mı, tükettik mi acaba olduğumuz yerleri. Neyi bekliyoruz bir bilsek ya
da çıkıp birileri söylese de bu sarmal ritüeli bitirse artık.
r.s.k
r.s.k