4 Ekim 2012 Perşembe

4- havaalanı





‘’Bu şehri özel kılan sence nedir ?’’ diye sormuştu  arkadaşım o gece. Etrafımızda yaklaşık yüz kişi sanki örgütleşmişcesine bira içiyorduk. Bizi tanıyanlar uzaktan bir merhaba çekiyordu, sanki  ‘’bizde aynıyız işte’’ der gibilerdi.  Basit konular geçiyordu aklımdan. Kendi kendime yarın ki işlerimi sıraya sokmaya çalışıyordum. Öğrenmem gereken şeyleri düşünüyordum. Önümdeki küçük mısır sepetinden en büyük mısırları seçiyordum. Havadan sudan derler ya. O hava ve suyu biz buralarda göremiyorduk. Bir düşünün öyle konuşuyorduk işte. Zamanın bu şekilde geçmesi daha güzel geliyordu. ‘’Basit, sıradan, büyük bir şehir’’ dedim.  ‘’ Özel kılan nedir diye sormuştum’’ dedi. ‘’Bence güzel balkonları olan her yer özeldir. Bir de zaman geçer olsun yeter, başka özel bir şey aramıyorum‘’ dedim.  Sıradanlığı bozmamak için derine inmek istemiyordum. Bir şeylerin farkına varıp kendime iç dönüşleri yapmayı da istemiyorum. Galiba artık kurcalamıyorum. Canımı sıkıyor. Çünkü artık harekete geçerek buluyorum bulunması gerekenleri. Saniyelerin nabzını tutuyorum boşa geçmesin diye. Buna ne denir bilmiyorum.
‘’Ben bu şehri havaalanına benzetiyorum, hani bir yerlere gitmek ister ya insan hayatını kurmak için, beklersin, beklersin, sonra biner gidersin ya, işte o havaalanı sanki bu şehir. Havası daima uçmaya müsait değil, uçak rötar yapıyor ve sen bu alana alışıyorsun. Bekleyen diğer kişilerle arkadaşlık ediyorsun, dost oluyorsun, sevgili oluyorsun. ‘’ diye atıldı birden.
Olduğum yerde kendime pay biçtim. Güzel bekliyordum bende.  Bunları bilmek o an zevkliydi. Ve yine güzel güzel inanıyorduk her şeye. Mekanlara, hiç bitmeyecekmiş gibi sanılan gecelere. Hiç geçmeyecek, geçince hiç hatırlamayacakmış gibi geliyordu pul pul dökülen güzel anılar.  
‘’Sonra o beklemenin tadı damağına ölene kadar yerleşiyor ve çıkaramıyorsun. Gitmek ve kalmak arasında sen gidip geliyorsun. Tıpkı değişik bir hikayesi olduğunu zannettiğin yol arkadaşı gibi. Hani hikayeyi hep anlıyorsun, hep onaylıyorsun,  hep bir yakınlık duyuyorsun ya öyle işte. Aslında bu şehri sen öyle dinliyorsun. Gittiğinde ise, başka yerlere başka hikayelere, hayatlara giriyorsun ama gelip inatla bu şehire anlatmak istiyorsun. Sanki sadece bu şehir seni dinleyecekmiş gibi geliyor. Sanki yalnızca bu şehir seni yargılamaz, sorular sormaz, cevaplar istemez gibi geliyor. İşte bu şehir böyle bir havaalanı gibi, kanatlarını takıp uçmak için sıraya girmiş sıradan insanlarla dolu. Bu şehri güzel yapan dostum, bekleyen insanların vazgeçemediği hayalleri.  Ama gitmeler, gidip de geri dönmemeler, dönmek isteyip de dönemeyenler, döndüğünde hep duygularına yenik düşeceğine inanlar var ya dostum, o işte ayrı bir konu.’’
Uzun uzun düşündük sonra kendimizi, oturduğumuz yerde bir yerlere gittik, yine olduğumuz yere döndük.  Artık bize ağzımızı ömür boyu kapatacak, o hayali balkonlarda bizi üşütmeyecek bir atkı gerek. Bir eldiven gerek, insanlara dokunduğumuzda hissettirmeyecek. Bize aslıda doğru, yanlış, mutluluk kavramlarını hissettirmeyen yeni bir lisan da gerek. Ama bu durup durup beklemeler var ya işte, o nerede başlıyor asıl onu bilmek gerek. Acaba başladığımızda da yine bir şeyleri mi bekliyoruz, olduğumuz yerde aslında başladık mı, tükettik mi acaba olduğumuz yerleri. Neyi bekliyoruz bir bilsek ya da çıkıp birileri söylese de bu sarmal ritüeli bitirse artık.

r.s.k