26 Ağustos 2012 Pazar

3- bonnie ve clyde




Sonsuzluk dediğin dokuz harf. Sayılıyor yani. İçinde derin anlamlar barındırsa da, bir çok düşünüre göre kısa vadede pek bir şey vaad etmiyor bize. Et, tırnak çürür zamanla ilişkisi. 
                 
                Seksen küsür yaşındaki anneannemin bir gün ayağına bakarak söylediği sözler geliyor aklıma ‘’parmağım da iyice çürümüş’’. Her şey gibi anneanne, her şey gibi. İçten dışa her şey. Artık hangisine özen gösterirsen o kalıyor biraz içinde. Biraz daha hatırlamamaya başlıyorsun işte, biraz daha siliniyor anılar. Kalbin de zaten çürümüş istemesen de insanlara dokunmanın yorgunluğundan.

                ‘’Neden?’’ diye sormuştu o gün, ‘’Neden tuttun ellerimi?’’ diye devam ettirmişti üstelik. Gökyüzündeki güneşe aldanıp, eriyip tükenmemek içindi. Sahilde kumdan kalesinin hiç bozulmayacağını zanneden çocuklar içindi. Hem hangi kale yıkılmamış ki dünyada.  Ellerini tutup gözlerine baktıysam, kendi kalelerimize hapsolmadığımızı ispatlamak içindi. Çocukken güneş batana kadar birbirimizden bihaber oynadığımız oyunlar içindi. Kendi sonsuzluğumuz içindi. 

Şimdi düşününce o günkü tad yok tabi. Hatta bazen sinirlenince o gecenin hiç tadının olmadığı geliyor aklıma. Oysa bazı hayaller vardı ki gangsterlik üzerine kurulan. Gizli anarşistler, Bonnie ve Clyde gibi kaçıyorduk her yere. Sonra ‘’durun ulan artık!’’ diyorlardı ellerinde otomatik tüfeklerle. Kahkahalarla ellerimizi havaya kaldırıyorduk. Film bitti. Bunları niye mi yazıyorum, bilmiyorum. Nasıl olsa değişmeyecek hayat. Şunu aklına sok, bu hayat burada yazılanlardan daha kötü, evet. Mucizeler romanlarda ve peygamberlerde kaldı. Farkında olmak, yaşamaktan daha ağır. Gidip saklambaç oynayalım, burger king’in karton bardaklarına votka koyalım.  Her şey kalıpların dışında istersen. Bize öğrettikleri etik kavramları hep bu yüzden ters köşeye yatırıyorum. Bonnie ve Clyde de filmde de, gerçekte de ölüyorlar zaten.

Sonra besleyip büyüttüğümüz hayaletlerimiz, sadece aklımızla gittiğimiz mekanlarımız kaldı. Durup durup göçüyorum olur olmaz yerlere. Zaten yolculuklardan bir şey anlamadım, ne demekse yol, fikirler beyninin köşesindeyse. O zaman işte detaylar giriyor sahneye. Mesela otoban kenarlarındaki evlerde yaşayan insanlar geliyor, apartman boşluğunda sürdürülen hayatlar geliyor. Statüyü beynine sokan sistem geliyor. Alaycı bellek nüksediyor olur olmaz yerlerde. Kimsenin şüphesi olmasın varoluşçuluk önemlidir bu zamanlarda.

          Ne diyorduk? -Sonsuzluk. Kısa vade de aslında o yok, tıpkı insan ömrü gibi.


r.s.k


22 Ağustos 2012 Çarşamba

4 gün

Kimsenin uğramadığı bir otelde sigara paketini elime alırken son sigarama bakıyordum. Senin son gelişini hatırlattı bana sen hala kapıdasındır diye çıkamamıştım evden, sigarasız kalmıştım. Ne olacaksa olsun diyerek rüzgardan koruyarak titrek ellerimle 1 liralık çakmağımın ateşiyle yaktım son sigaramı. Bulunduğum yere en yakın sigaracı 30 km ve benim ehliyetim yok. Otelde yan odadakilerden istedim sigarayı bırakmışlar. Yada öyleymiş gibi yaptılar. Para vermeyince sigara isteyen karanfil sokağındaki küçük peçeteci çocuk geldi aklıma. Vermemiştim ona sigara acaba her şeyin, yalnızlığımın, aldatılmanın , bu hüznün ; kısacası tüm kötü şeylerin sebebi miydi ? Zaten hayatı nefret ettiği , tiksindiği , zaman zaman imrendiği insanlardan para koparmaya çalışarak geçen birinden sigaranı niye esirgersin ki ? Ama bir çocuktu daha . Bir romandaki adam geldi aklıma hayatı ve ailesini reddetmişti umursamıyordu hiç bir şeyi aşklarını, akrabalarını vs... Çalışmıyordu mesela .Reddetmişti maaş almayı. Ama tek dayanamadığı nokta çalışan çocuklardı. Acaba o ne yapardı bu durumda diye merak ettim. Çocuğa oturmasını işaret ettim kafe sahibi yanımıza yaklaşırken .

-Ne satıyorsun?
-bunu ..
- kaça gidiyorsun
- 2
- okumayı öğrendin o zaman ?
- evet
- ne yazıyor orada ? dedim elindeki tek kullanımlık mendillerin olduğu 5li paketi göstererek.
- Mendil dedi. elindeki paketi ters tuttuğunu bile bilmeden .

çünkü o daha çocuktu.

Yatıp uyumaya karar verdim sigarasızlıkla baş etmenin bir yöntemi olarak. Beni aldatanlara karşı aptala yatardım.  Sevenlere karşı ise Kerem'i oynardım.Sonunda yanarak ölmek olsa bile. Bana acıyanlara garibanı oynardım. Sevmeyenlere ise gururlu bir İngiliz kontu olurdum ta ki arkadaşlarımın "sana kız mı yok " diyerek benim geldiğim yeri hatırlatana kadar.

Kahvaltı da haal sigarayı düşünen bağımlı bedenim benim gibi bir çok insanın olmasıyla sende onlar gibisin bunda bir anormallik yok dedirtti bana. Yine güneş batarken ıssız otelde yeni bir güneş doğdu akşama doğru . Nöbeti devralmıştı adete .Hani her zaman tanıyormuşcasına her gün doğan güneş gibi 
 ama bu sefer akşam doğdum der gibi. 
Dünden kalan rakımıza devam ettik babamla. Sazda vardı ama az vardı. Ya da ben duymadım .Göremiyordum. Hissedemiyordum. Sanki Çernobil bir daha patlamıştı ama hemen yanımda . 3-4 sandalye kadar .Cemal Süreyya nın Üvercinkasında bir dize vardır : Kadeh tutuşların geliyor aklıma diye. Şimdi daha iyi anlıyorum onu ne demek istediğini. Aslında şimdi tüm şairleri anlıyorum.Küçük İskender hariç onu zaten anlamadığım için seviyorum ben. 

Kararım kesindi ona oynamayacaktım kimseyi ne keremi ne de diğer yananları çünkü belki kendi hikayemizi yazardık. Çünkü yorulmuştum da tek atımlık kalbim vardı hissediyordum bunu. Çünkü... çünkü Çernobili bilmezsiniz siz anlatamam da.

Hepimizin bildiği ışık kapladı ortalığı. Bildiğin güneş. Doğdu ve battı. O gece ışıksız kaldım . Çünkü balkonumda elime geçen 2 kırmızı paket, lise yıllarında içtiğim sigarama kavuşmuştum. Dedim ya oynamıyorum artık diye. Ben balkonunda sigarasıyla Hakan Günday romanıyla mutlu olan bir adamdım. Hiç bir iddiam  yoktu hayatta. Ama sanırım onu en çok ben sevebilirdim. Ya da kimsenin öpmediği gibi öpebilirdim. 

Dördüncü gün bakamadım gözlerine , bakınca neler olduğunu biliyordum çünkü. İnsan bilmediğinden korkarmış,bok yemişler. İnsan sonunu bildiği şeylerden daha çok korkar. Gidiyordum kimsenin olmadığı oradan . Ama herkesin yerini kaplayabilecek birini görerek. Nasıl bakayım gözlerine. Rüzgar kokusunu estirdi bana doğru onun hiç haberi olmadan. Sonuçları göze alarak çektim içime . Tüm hücrelerime gitsin diye nefesimi tuttum.

Giderken gözlerini aradım her şeye razıydım. Bakacaktım taaa içine kadar. En derine kadar . Korksun benden diye . Çünkü ben çok pis severim. Sevilenler bilir. Ben gözlerine bakmayı göze aldıysam eğer oda bakılınca neler olduğunu anlasın diye.
Otobüsüme binip giderken her şey eskisi kadar hüzünlüydü . Kimseyi sevemediği için hüzünlenen  , onu sevdiği için hüzünlendi...


Pilli bebek - eylül akşamı 


a.u





11 Ağustos 2012 Cumartesi

2- tüm sıradanlıklara küçük bir çuvaldız



Eğer istersen bana ne yaptığını anlat, neler kaçırdığını değil. Modern yolculuğun ve kaybetmek istemediklerine inat, kendini kaybetmeden, sıra dışı sandığın hayatını anlat bana. Belki gülümserim hayal gücü yolculuğuna. Eğer istersen bana yanaştığın, yanına sokulduğun hayatları anlat. Sıfırdan başladığını sandığın deniz kokulu şehrini öv bana. Cafelerinden, restoranlarından bahset. 
Hatta karşılaştığın saf ve dürüst hayatlardan bize de ders çıkar. Sonra belki gözlerimize bakarak utanırız. 

Sen bana biraz yazamadığın, dile getiremediğin anlarını anlat. Belki ben biraz patavatsızlığa dayarım konuyu, açık açık söylerim hatta. Sen aslında içten içe umursar, ama umursamaz davranırsın. Eğer istersen bana olur olmaz yerlerde ağlamalarını anlat. Yalnızlığın ortasındaki çıkmaz dakikalarına belki isim, belki şehir bulmaya çalışırız. Bulaştığın aşkları anlat bana. Onları bana şikâyet et, açıklarından söz et, açlıklarını unutma. Bana onların senle uyuşmazlığını dile getir. Küfret hatta onlara, seni nasıl aldattıklarını, seni nasıl zehirlediklerini, nasıl yalnız bıraktıklarını, seni nasıl özenle anlamadıklarını anlat.

Sonra şanssız ayrılışlarını mukadderat çizgisinden yürüt. ‘’Durup dururken olmamalıydı’’ cümlesini öldür bu arada.

Bana sigaranı anlat. Közünün gözünde canlanmasındaki düşünceni,dumanın boğazında yarattığı acıdan söz et. Ben dinlerim. Bırakman gerektiği söyleyerek bir yalandan öğüt de veririm. Kendini özendirdiğin film karakterlerini anlat bana. Özenip hayalini kurduğun, kendini onlar gibi olduramadığın anların sana kalsın. Haber bültenlerini anlat bana, ırz düşmanlarından, vatan hainlerinden gir arada konulara.
Sen onlara sinirlen.Yorumları düşünme sakın. Yapılan her eyleme, keyfi bir eylemsizlikle cevap verememen sana kalsın.

Alkolün kötülüğünden bahset bana, bağımlılığıma sinirlen. Geleceğim gelsin, göz torbalarım gelsin aklına. Bırak ben sana yorumsuzluğumu anlatayım. Senin durumuna yorumsuzluk hakkımı kullanayım. Belki bana da bir ödül verirler. Hatta sana eşsiz yalnızlıklarımda nasıl başıboş göründüğümü anlatayım. Daha sonra olayları detaylarından yakalamak sana kalsın.

Ben sana düşündüklerimle düşündüklerin arasındaki ayırma saçmalığını düşünmediğimi anlatayım.
Sen bana bir duble hiçlik ısmarla bu arada. Belki bir gün hayatlarımızı tokuştururuz. 

Bence sen hiçbir şey anlatma bana, gerek yok aslında, önce gerçek, sonra boş anlamalara. Bir şeyler birilerinde kalıyor, güneşin altında hiçbir şey değişmiyor ne de olsa.


r. s.k