Uzun bir otobüs yolculuğunda bir çeşmenin yanından geçerken,
‘’burada durun, nolur durun’’ diyerek ağzınla jilet gibi kestin sessizliği.
Uyuyanlar uyandı. Şoför frene asıldı. Ardından burnuna gelen yanık lastik
kokusu. Hızlıca ayakkabılarını çıkarıp çeşmeye koştun. Oturmaktan dizlerin
uyuşmuştu. Başını suyun altına soktun. Buz gibi su, aklını, beynini,
düşüncelerini uyuşturana kadar durumu bozmadın. Başını kaldırdığında derin bir
nefes aldın, arkanı döndün herkes sana bakıyordu. Yerine oturdun. Kimse bir şey
demedi. Başını çevirdi. Yalnızca çocuklar gözünü ayıramadı. Çığlığının etkisi
onları seni izlemeye devam ettiriyordu. Bir gün onların da büyüyüp izlemeyi,
şaşırmayı bırakacaklarını düşündün. Otobüsün camına ıslak saçlarını dayadın. Hiçbir
şeye dayanamadın. Ta ki denizi görünceye kadar. Artık daha sakindin.
Ağaçlar
hışırdıyor. Suyun sesi aynı tempoda. Bir hipnoz madalyonunu gözlerinle takip
eder gibi bakıyorsun suyun sahile vuruşunu. Canlı olan, teninden aşağı doğru
inen damlalar ve boynuna dolanan rüzgar. Her şey çok yavaş. Hızlı hızlı koşmak
istiyorsun. Hemen kaybolmak. Hemen unutmak. Bunları hemen aklında başarmak.
Aklına geldiğinde o zehirli lokma, parmaklarınla masayı tıkırdatıyorsun ve hala
güçlüsün öyle değil mi? Kendine buna inandırdığın için bir şey yapmıyorsun,
gardını düşürmüyorsun. Kokuları tanıdık, ama gerçekten yabancılar.
Konuşamıyorsun öyle değil mi? Arada bir şeyleri özleyerek kendini dibe
çekiyorsun. Ama gücün yetmiyor, bırakıyorsun. Akıntısız, belki biraz balçık,
bataklık. Orta derece. Anlamsız, cevapsız, niteliksiz. Sonra gülüyorsun. Direksiyonu aniden sağa
kırıp kontrolü kaybetmene, önüne gelen her şeye çarpıp yok edince gözlerini
kapatıp ön camdan fırlama ihtimaline neden olmayı düşünürken de çok gülmüştün.
Çünkü başındakileri atabilmen güçtü. Dudaklarının kanın ıslaklığına ihtiyacı
vardı. Şimdi biraz daha hızlı sür şu arabayı.
Yolun başlangıcı. Otobüsten çoktan indin. Sahilleri
bitirdin. Bir arabanın içinde gidiyoruz, şimdilik nereye bilmiyoruz. Bu yol, bu
hız gerekli.
Bundan önce bütün yazlar güzeldi. Yaz mevsimi sarhoşluğu
altında, çikolatalı pastalar yapardın, pastanın üzerindeki yazı mükemmel
olmadığı için delirirdin. Başları dimdik
papatyalar alırdı sana mükemmeldi. Tüm bunlar yüzünden terk ettin. Güzel
oldukları için, olmaya çalıştıkları için. Şampanya patlatma kıvamına geldikleri
için. Hatta o şampanya etrafa saçılırken, bardağı taşırmamak için minimalist
hesaplar yaptığını görünce terk ettin. Jelatinlere sarılmış çiçekler aldığı
için terk ettin. Tabi bu onun farkında değildi. Hiçbiri farkında değildi.
Terapisti bile terk ettin.
Doktorun odasında buz dağı gibi oturuyordun. Belki
inanmadığından, belki hemen rengini belli etmemekten çekindiğin için. Hamleyi
karşıdan bekliyordun. Kendinden emindin. Tırnaklarının boyu hiç eşit değildi.
Eğer eşit olsaydı o gün terapiste gelmeyecek duvara saplayacaktın. Olmadı.
Dişlerini sıktın. Sen ağlamazsın. En fazla 10 saniye. Sigara. Evet, evet
sigarayı çok seversin. Ama gece yarısı haberlerinde yabancı bir ülkede bir
katliam izlemiştin. Mutsuz bir günündü. Ölenler arasında masum insanları
görünce saatlerce ağlamıştın. Tüm biriktirdiklerin dökülmüştü gözlerinden
yanaklarına. Ama katliam yapan çocukta haklıydı. Senin kafan karışıktı.
Doktor onlara ‘’Bu sene böyle devam eder, bir şey
beklemeyin’’ demişti. Çirkin el yazısıyla affektif psikoz yazıyordu. Çok merak
etmiştin o an. Seni ilk defa birisi reçeteye tanımlamıştı. Ama sadece o an
merak ettin. Hala anlamını öğrenemedin değil mi? Hala sonucunu bildiğin şeylere
girmeye tenezzül ediyor musun? Hala bir şeylere inanıyor musun?
Şimdi her şeyi bırak. Arabayı daha hızlı sür. Asfalt dümdüz.
Geri topla açılan yerlerini, kabuğunun içine tık. Ve daha hızlı sür şu arabayı.
Rüzgar yüzüme vurdukça yorgunluğumla uyumak istiyorum. Daha soğuk bir çeşme
bulana kadar, güneş batana kadar sür şunu. Sonra gideceğim, söz veriyorum
gideceğim.
r.serhatkaya