Dünyayı gezinirken ve yapmak
istediklerimi kısmen dahi olsa yaparken, ya da yapmak istemediklerimi yaparken,
sahip olmak istediğim hiçbir şeyi tam
olarak alamadım. Gün içinde işyerinde, sokakta, kafede, arabada, yolda, insanların yanında
veya insanlar olmadan tuhaf bir boşlukla oturuyorum. Etrafımdakilerin duygu
durumunu izliyorum. Ellerinin, yüzlerinin hareketlerini izliyorum.İçlerindeki o heyecanlı başlangıçlarını veya onları heyecanlandıran
kişilerin üzerlerinde yarattığı o tuhaf bekleme hallerini ister istemez
görüyorum. Sonra o duygularından kopup apartmanların içlerine veya
kalabalıklara kaçışıyorlar. Bu bende olmuyor. Duygu bende gelip geçmiyor. Saplanıyor.
Hasar bırakıyor. Kalabalıklara karışmak değil benimki, aniden kalabalığın
içinde olmak veya farkında olmadan bir taş beton yapının içine giriyorum.
Kokular gidince, yani değişince anılarda değişir elbet.
Bütün olaylar, ona dayanan olgular da. Fakat size hatırlatacak ama bir daha
yaşanmayacak olan şeyler. Gömülemeyen anılar sahipsiz insan mezarlarını
andırıyor. Önce kedere bağlanıyorlar, bulaşıcı değil diyorlar. Bir fotoğrafında
görmüştün annen ve babanı. Henüz gençtiler. Gülümsüyorlardı. Kusursuz. Bir
dakika sonra veya şimdiye kadar olacaklardan habersiz. Sonra bir fotoğrafını
çekmiştim senin, elinde televizyon kumandası ile şarkı söylüyordun gözlerini
kapatarak. O an senin omurganı kırıp sürükleyerek her yere götürmek istedim,
çünkü anca bu şekilde yanımdan ayrılmazdın. Sen şarkıya devam ederken seninle
aklımda tüm uzak doğuyu gezdim. Kucağımda Çin Seddine çıkardım. Kuala Lumpur da
dev akvaryuma bakıp, çıkışta yağmura tutulduk. Kyoto da benzersiz tapınakları gezdik.
Ama sen bana ne yaptın, Irak da bir meydan da kanımı döktün. Avrupa da bir müze de
parmaklarımı kırdın. Çözümü sorun yaptın.
O kokular gitti. Koku ve anılar tamamen birbirine bağlıdır.
Sadece yaşanıyor; tatsız, kokusuz, dilsiz, tensiz, sessiz ve sisli yaşıyorlar...
‘’Uyanın’’ diye bağırıyor sokakta yaşayan bir evsiz. Sokakta
ve kafelerdeki sohbetlerinden vazgeçmeyen
insanlara bakarak, insanların pekte umurunda olmadan bağırıyor. ‘’Uyanın artık dayanamıyorum, çok fazla nefret
var, çok fazla, çok fazla ve acı, keskin uçlar var yanımıza kimseleri
yaklaştırmayan, çok fazla acı, çok fazla yalnızlık var, çok fazla ihanet, tek
başımıza ölüyoruz artık, her yer karanlık, çok fazla unutuluş var, çok çabuk
unutuluş var, bu kin çok fazla, bu affedemeyiş, bu boşluk, bu kan çok fazla ‘’ diyerek ve etrafındakileri silkeleyerek
susuyor. Bir an insanlar duruyor. Bir an düşünüyor. En fazla 5 saniye. Sonrası
yine aynı, hiçbir şey olmamış gibi kısık kahkahalar. Hiçbir şey yaşanmıyor.
Kimse ölmüyor, kimse hissedilmiyor gibi. Sonra hiçbir şey öğrenmedim, ilgi göstermedim. Ne var ne yoksa terk
ettim, eşyalar da dahil.
r.serhat kaya
Çok güzel 😊😊
YanıtlaSil