25 Ekim 2014 Cumartesi

19- Kokain

       
        Kavramlarının değişmesi bir şey ifade etmiyor.  Sabahtan bu saate kadar hissedebildiğin hiçbir iletişimde bulunmadın. Cevapların hazırdı. Yürüyeceğin yollar, giyeceğin elbiseler, yiyeceğin yemekler hazırdı. Oysa günün aydınlığına inanıp sabah erkenden uyandığında güzel bir ambalaj olarak dışarı çıktığını da hatırlıyorsun. Geçmişte bazı mutlu anları hatırlamıştın uyandığında. Ama dokunamadın. Dokunamamak seni susturdu. Nasıl bir müzik çalmıştı? Kulağında neler vardı? Hangi şarkılar kalmıştı aklında? Ya da tuşları mı eskimişti çalmak isteyip de çalamadığın bir piyanonun? Neler kayboluyordu? Geride bıraktığın, sana göre ilahi olan şeyleri izliyordun. Sonraları o ilahi benzetmelerin de değişmişti. Saplantılı, hastalıklı olmuştu. Hatta tarif edilemez, dile getirince tatsız bir hale de bürünmüştü.  Bunlar hep sen üzgünken oldu işte. Çocukluğunu, büyümeyi istediğin o anları düşündün sonra. Bir şeylere duyduğun ilk heyecanları. İlk vaatleri, sonunun ne olacağını bilmediğin, bilemeyeceğin düşünceleri. Camdan dışarı  baktın. Camlar tozluydu. Pencereler ise kilitli. Hatta açmaya uğraşamayacak kadar eski ve boyasız. Duvarları beyaz ve çerçevelerle dolu uzun koridorlardan geçtin, merdivenlerden indin ve bir solukta dışarı çıktın.
       Çıplak ayaklarınla uzun çimenlerin üzerine basıp yürürken babasının kolundan öpen kız çocuğu kadar mutlu olduğun anlar geldi aklına. O sıra yine çocukluğunun kötü anları da geldi, başını öne eğip ayaklarını birbirine sürtüp üzüldüğün anlar. Sonra büyüyünce o hallerine de alışacaktın, üzgünken onun yerini tabaktaki yemekle oynamak alacaktı, sonra sonra ağlarken yemek yemeye de alışacaktın. Bir arabesk şarkı dinlediğinde kendini bilmez, tarif edilemez bir iç kırıklığı gibi.  Ve Sevim Burak’ın en iyi arkadaşın olmasını isteyecektin yaklaşık onbeş yıl sonra. Hem güzel, hem savruk, hem derin. Dizlerinin üzerine çöktün elini gezdirdin ıslak çimlerin üzerinde, gözlerin dizlerindeki yara izlerine takıldı. Nasıl olduklarını hatırlamadın. Avuç içini kokladın. Sonra saçlarını düzelttin ve yavaşça ilerledin. Ayak sesleri duydun, ilerledin, ilerledin, yanına geldiler, ilerledin, ilerlediniz, ilerlediniz, ilerledin, ilerledin… ilerlemekten bıkana kadar, tüketebildiğiniz kadar ilerlediniz serin çimlerin üzerinde. Ve gittiler.  Birilerine dokunmaktan avuç içlerin terliydi bu sefer. Üzerindeki kumaşa sildin. Hayatındaki aksiliklerin birbirinin farkında değildi. Bu yüzden seviyordun ilerlemeyi, bu yüzden dokunuşların kusursuzdu, bu yüzden fazla naziktin, gülüyordun, gerçekten hissediyordun ama baş edemiyordun. O huzurlu anlarda, zamanı durdurmak istediğin o mutlu anlarda aynı zamanda bütün bunlarla baş edemediğin için ölmek de istedin.
        Uzun ve yavaş adımlardan sonra  yaşlı bir ağaç buldun. Ağacın ortasında küçük bir delik vardı. Kulağını dayadın, delikten rüzgarın sesi geliyordu, dinledin bir süre, dinledikçe dinlendin. Sonra sende anlattın, her şeyi ama her şeyi oraya fısıldadın: ağacın içine, doğaya. Gözlerin doldu. Dakikalar, saatler sürdü. Islak toprağı avuçladın, küçük deliği çamurla kapattın. Rüzgarın sesi kesildi.  Geri geri yürüyerek, gözlerini ağaçtan ayırmadan uzaklaştın, sonra arkanı döndün ve yaklaşmadın bir daha. Asla açmak istemedin eski cümlelerin manevi mezarlığını. Bir yağmur bekledin sadece o büyük ağacı ayakta tutan, o ağaç istemesen de aklından çıkacak ama unutulmayacak.

     Şimdilik yanımda dur, hava tam gözlerinin beyazına odaklanmalık. Seni tam anlamıyla tanımıyorum, yalnızca aklının birkaç dilimi bana ait, sadece bu kadar. Birazdan her şey bitmiş olacak, sadece tadını çıkaracağız. Sonra seni aldığım yere bırakacağım ve gideceğim, söz veriyorum gideceğim.

rohan s. kaya


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder